Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Yakın bir dostumla geçenlerde telefonda konuşuyordum. Bana öyle bir analiz yaptı ki bu yazıma malzeme sağladı. Var olsun.
Derdim Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan (TCMB) Hafize gitmiş, yerine Fatih gelmiş, ya da o ne vıkvıklamış, bu ne demiş, değil. Sizleri biraz zaman tünelinden geçirip bugünlere getirmek istiyorum.
İki binli yılların başına gidelim. ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin adayı George W. Bush Başkan seçilmiş, beraberinde iktidara neo-con (Evangelist mezhebine çok yakın neo-conservative ya da yeni muhafazakar) ekibini taşımıştı. ABD’deki bu neo-con ekibi o dönem petrol krizine giren Batı dünyasına akar yakıt pazarlarını rahatlatmak amacıyla Irak’ta Saddam Hüseyin rejimini devirmeyi akıllarına koymuşlardı. Ayrıca şimdi rafa kalkmış gibi görünen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hayata geçirilmesi hayati önem kazanmıştı. Belli ki bu projeye esas taş koyan Saddam Hüseyin’di. Onun bertaraf edilmesi için de Irak’ın işgal edilmesi gerekiyordu. Bahane hazırdı: Irak el altından nükleer silah üretiyordu. Bu, dünya barışı için tehditti. Durdurulması hayati önem taşıyordu. Karadan açılacak savaş için Türkiye topraklarından geçilmesi gerekiyordu. Bunun için TBMM’den ABD askerlerinin geçişine izin verecek tezkerenin kabul edilmesi lazımdı.
Eh, karşında büyük kentin arka sokaklarından yetişmiş adam sana, “Easy, easy (kolay, kolay)” derse onu rahatlıkla kafa kola alacağını sanırsın.
Ama adam tek karar alıcı değil. Ankara rejimini ikna etmek gerekiyordu. Rejimin dört ayağı vardı: Yasama (TBMM), yürütme (hükümet) , yargı ve ordu. Onlara göre bir ayak ikna edilmişti. Gerisi? Zordu. Ama muhatap o zorluğun da aşılacağı güvencesini vermişti. Sonra? ABD açısından büyük fiyasko. Soruluyor: Nasıl oldu? Cevap: Eh, bizde demokrasi var. TBMM reddetti. Ne yapalım?
Yerler mi? Yemediler tabii.
Burada bir parantez açıp 2002 yılı Mayıs ayına gidelim. Washington’da dünyaca ünlü finans spekülatörü George Soros’un kurduğu New Century Foundation’ın (Yeni Yüzyıl Vakfı) merkezindeyim. Masanın çevresinde ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi ve vakfın başkanı Morton Abramowiz’la birlikte gene eski Ankara büyükelçileri Mark Parris, Marc Grossman ve kadim arkadaşım rahmetli Prof. Dr. Mithat Melen var. Mithat’la ben muhataplarımıza AKP’nin Türkiye’de yeni kurulmuş bir parti olmasına rağmen gittikçe güç kazandığını, Washington’ın da AKP’ye ciddi destek verdiğini, bunun yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Hatta bir ara şunu bile söyledik:”Bakın, böyle yaparsanız ileride sizin de Türkiye’nin de başına büyük dertler açacaklar.” Bunun üstüne Abramowitz iki elini masaya vurarak ayağa fırladı: “Leyla, bilmem farkında mısın ama AKP yüzyılın projesi,” dedi. Mithat ve ben o an donakaldık. Yaa, böyle. Parantezi kapatalım.
1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddedilmesinden sanıyorum 7 yıl sonra Washington’da, Kongre binasındaki odasında ABD Dışişler Bakanı’nın Avrupa İlişkilerinden Sorumlu bakan Yardımcısı Phil Gordon’la konuşuyorum. Aradan 7 yıl geçmesine rağmen belli ki kuyruk acısı hala taze. Gordon şöyle diyor: “Bize verilen söz tutulmadı. Tezkere geçmedi.”
Bu sözler söylenirken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) mensupları Ergenekon, Balyoz gibi davalarda yargılanıyordu. Washington ve Avrupa ülkeleri “Müslüman demokratlar”dan pek memnun görünüyorlardı. Hatta Türkiye’nin AB’ye tam üyelik süreci başlatılmıştı bile.
Öte yandan da liberalliğe evrilen bizim eski solcu takımı çığlık çığlığa, Müslüman Demokratlar Türkiye’nin kurtarıcıları, diye zil takıp oynuyordu. Demokrasi ve din? Bir arada?
Bu takım hatta “Müslüman demokrat”ın Türkiye’yi AB tam üyeliğine taşıyacağı hayallerini kurup mesela İstanbul Sıraselviler’de Yeni Hayat Apartmanı’nda bir dairede “Müslüman Demokrat” şerefine viskili, şaraplı davet düzenliyordu. “Ilımlı ya da demokrat Müslüman” herhalde tam kültür şokuna uğramıştır.
Kültür şokunun acısı fena çıktı. “Müslüman demokrat” kendisine büyük şevkle alkış tutan “devşirme liberalleri” teker teker tasfiye etti. 2010 Anayasa referandumunda “yetmez ama evet” sloganıyla Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesi kampanyasını yürüten eskinin solcusu liberaller görevleri bittiğinde kendilerini kapının önünde bulacaklardı.
2017’de yeniden yapılan Anayasa değişikliği bu sefer parlamenter sistemin canına okuyup “alla turca” başkanlık sistemine kapıyı sonuna kadar açtığında artık “tek adam” iktidarı hayata geçmişti. “Easy, easy” sözleri başta ABD ve Avrupalı liderler ama Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de çok hoşuna gitmişti. Artık Türkiye’de kendileri açısından arıza çıkaracak ne yasama ne yargı ne de ordu, tekrar ediyorum ne de ordu, kalmıştı. Putin zaten Rus uçağının düşürülmesinin diyetini S 400’lerin satılmasıyla ödetmişti. Tek muhatap, tek adam. Bundan iyisi Şam’da kayısı! Sizlere bir bilgi notu: İklimi ve toprak şartları uygun olmadığı için Şam’da kayısı yetişmez. Anlayana!
Bu kadardır ol hikayet. Bakisi düruğ-u bi-nihayet (Bu hikaye bu kadardır. Geri kalanı sonu olmayan yalandır).
Derdim Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan (TCMB) Hafize gitmiş, yerine Fatih gelmiş, ya da o ne vıkvıklamış, bu ne demiş, değil. Sizleri biraz zaman tünelinden geçirip bugünlere getirmek istiyorum.
İki binli yılların başına gidelim. ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin adayı George W. Bush Başkan seçilmiş, beraberinde iktidara neo-con (Evangelist mezhebine çok yakın neo-conservative ya da yeni muhafazakar) ekibini taşımıştı. ABD’deki bu neo-con ekibi o dönem petrol krizine giren Batı dünyasına akar yakıt pazarlarını rahatlatmak amacıyla Irak’ta Saddam Hüseyin rejimini devirmeyi akıllarına koymuşlardı. Ayrıca şimdi rafa kalkmış gibi görünen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hayata geçirilmesi hayati önem kazanmıştı. Belli ki bu projeye esas taş koyan Saddam Hüseyin’di. Onun bertaraf edilmesi için de Irak’ın işgal edilmesi gerekiyordu. Bahane hazırdı: Irak el altından nükleer silah üretiyordu. Bu, dünya barışı için tehditti. Durdurulması hayati önem taşıyordu. Karadan açılacak savaş için Türkiye topraklarından geçilmesi gerekiyordu. Bunun için TBMM’den ABD askerlerinin geçişine izin verecek tezkerenin kabul edilmesi lazımdı.
Eh, karşında büyük kentin arka sokaklarından yetişmiş adam sana, “Easy, easy (kolay, kolay)” derse onu rahatlıkla kafa kola alacağını sanırsın.
Ama adam tek karar alıcı değil. Ankara rejimini ikna etmek gerekiyordu. Rejimin dört ayağı vardı: Yasama (TBMM), yürütme (hükümet) , yargı ve ordu. Onlara göre bir ayak ikna edilmişti. Gerisi? Zordu. Ama muhatap o zorluğun da aşılacağı güvencesini vermişti. Sonra? ABD açısından büyük fiyasko. Soruluyor: Nasıl oldu? Cevap: Eh, bizde demokrasi var. TBMM reddetti. Ne yapalım?
Yerler mi? Yemediler tabii.
Burada bir parantez açıp 2002 yılı Mayıs ayına gidelim. Washington’da dünyaca ünlü finans spekülatörü George Soros’un kurduğu New Century Foundation’ın (Yeni Yüzyıl Vakfı) merkezindeyim. Masanın çevresinde ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi ve vakfın başkanı Morton Abramowiz’la birlikte gene eski Ankara büyükelçileri Mark Parris, Marc Grossman ve kadim arkadaşım rahmetli Prof. Dr. Mithat Melen var. Mithat’la ben muhataplarımıza AKP’nin Türkiye’de yeni kurulmuş bir parti olmasına rağmen gittikçe güç kazandığını, Washington’ın da AKP’ye ciddi destek verdiğini, bunun yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Hatta bir ara şunu bile söyledik:”Bakın, böyle yaparsanız ileride sizin de Türkiye’nin de başına büyük dertler açacaklar.” Bunun üstüne Abramowitz iki elini masaya vurarak ayağa fırladı: “Leyla, bilmem farkında mısın ama AKP yüzyılın projesi,” dedi. Mithat ve ben o an donakaldık. Yaa, böyle. Parantezi kapatalım.
1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddedilmesinden sanıyorum 7 yıl sonra Washington’da, Kongre binasındaki odasında ABD Dışişler Bakanı’nın Avrupa İlişkilerinden Sorumlu bakan Yardımcısı Phil Gordon’la konuşuyorum. Aradan 7 yıl geçmesine rağmen belli ki kuyruk acısı hala taze. Gordon şöyle diyor: “Bize verilen söz tutulmadı. Tezkere geçmedi.”
Bu sözler söylenirken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) mensupları Ergenekon, Balyoz gibi davalarda yargılanıyordu. Washington ve Avrupa ülkeleri “Müslüman demokratlar”dan pek memnun görünüyorlardı. Hatta Türkiye’nin AB’ye tam üyelik süreci başlatılmıştı bile.
Öte yandan da liberalliğe evrilen bizim eski solcu takımı çığlık çığlığa, Müslüman Demokratlar Türkiye’nin kurtarıcıları, diye zil takıp oynuyordu. Demokrasi ve din? Bir arada?
Bu takım hatta “Müslüman demokrat”ın Türkiye’yi AB tam üyeliğine taşıyacağı hayallerini kurup mesela İstanbul Sıraselviler’de Yeni Hayat Apartmanı’nda bir dairede “Müslüman Demokrat” şerefine viskili, şaraplı davet düzenliyordu. “Ilımlı ya da demokrat Müslüman” herhalde tam kültür şokuna uğramıştır.
Kültür şokunun acısı fena çıktı. “Müslüman demokrat” kendisine büyük şevkle alkış tutan “devşirme liberalleri” teker teker tasfiye etti. 2010 Anayasa referandumunda “yetmez ama evet” sloganıyla Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesi kampanyasını yürüten eskinin solcusu liberaller görevleri bittiğinde kendilerini kapının önünde bulacaklardı.
2017’de yeniden yapılan Anayasa değişikliği bu sefer parlamenter sistemin canına okuyup “alla turca” başkanlık sistemine kapıyı sonuna kadar açtığında artık “tek adam” iktidarı hayata geçmişti. “Easy, easy” sözleri başta ABD ve Avrupalı liderler ama Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de çok hoşuna gitmişti. Artık Türkiye’de kendileri açısından arıza çıkaracak ne yasama ne yargı ne de ordu, tekrar ediyorum ne de ordu, kalmıştı. Putin zaten Rus uçağının düşürülmesinin diyetini S 400’lerin satılmasıyla ödetmişti. Tek muhatap, tek adam. Bundan iyisi Şam’da kayısı! Sizlere bir bilgi notu: İklimi ve toprak şartları uygun olmadığı için Şam’da kayısı yetişmez. Anlayana!
Bu kadardır ol hikayet. Bakisi düruğ-u bi-nihayet (Bu hikaye bu kadardır. Geri kalanı sonu olmayan yalandır).
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.