enky
Forum Üyesi
- Katılım
- 15 Mar 2022
- Mesajlar
- 2,800
- Puanları
- 1
Vapurdan inip, meydanı geçti ve Cağaloğlu yokuşunun başında biraz soluklandı. Sonra ceketinin eteklerini savurarak yukarı doğru çıkmaya koyuldu. Temmuz sıcağı iyice artınca, kolalı yakasındaki boyunbağını gevşetti. Hadım Hasan Paşa Medresesi’nin bahçesinde kısa bir mola verdi.
Sonra “Yokuş” boyunca avare avare çıkmaya devam etti. Mihran Matbaası, İkdam Gazetesi, Tahir Bey Matbaası, Arapça basılan El Malumat ve Fransızca yayımlanan Servet gazetelerinin önünden geçti. Meserret Apartmanı’nın yanından Ebussuud Caddesi’ne girdi. Kirkor Faik’in Asır ve Kitapçı Aragel’in Numune adlı kitapçı dükkanlarının vitrinlerinde boy gösteren yeni kitaplara bir göz attı.
Ansızın onu gördü. Koyu gri bir ‘jaketetay’ giymiş, yüzüne asil bir güzellik veren sivrice sakalı, yaylı kaşları, geniş şakakları ve yumuşak gözleriyle yokuştan aşağıya doğru inmekte olan Abdülhak Hamit’i gördü. Abdülhak Hamit’in yanında yürüyen eşi ‘sarışın bir ışık halindeki’ Lüsyen Hanım’ı da gördü. Selamlaştı.
Biraz daha çıktı ve bu kez de Tevfik Fikret’i gördü. Fikret’in üstünde sadakor bir elbise, elinde ipekten ve saman sarısı bir şemsiye vardı. İçinden yükselen “Kırık bir Rübab” ve “bir bomba, bir duman, bir Rübab-ı Şikeste” seslerini duyar gibi oldu. Selamlaştı.
Yokuş yukarı çıkmaya devam etti. Derken Cenap Şahabettin’le karşılaştı. Koyu duman rengi bir elbise, ‘fantezi’ bir yelek giymişti. ‘Az şık, çok süslüydü’. Cenap Şahabettin’i görünce o yaz sıcağında ‘gökten hayaller gibi düşen karları’ hatırladı. Selamlaştı.
Sonra “başında lacivert bir bere, sırtında Kaşmir bir ceket” bulunan Halit Ziya Uşaklıgil’i gördü. Uşaklıgil’in elinde bir ‘vesika ekmeği’ yani Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı sıkıntılar nedeniyle satın alınması izne bağlanan bir ekmek, mısır koçanı ve süpürge otu tohumundan yapılmış küçücük bir somun vardı. Nedir, Uşaklıgil “Aşk-ı Memnu’nun Nihal ile Bihter’ini yanına almayı da ihmal etmemişti. Selamlaştı.
Yokuşu çıkmayı sürdürdü. Çatalçeşme Sokağı’na saptı. Dört katlı kagir binanın merdivenlerinden ikinci kata çıktı. Odasına girip, masanın başına geçti. Yığın halindeki gazete ve dergileri karıştırdı. Kendisinin çıkardığı dergiye gözü ilişince, yıllar öncesini, 1922’yi düşündü. O karlı Aralık ayında vilayete gidişini, dergi çıkarmak için izin isteyişini, ‘Sansürcü Şemsi Efendi’nin “evladım, dergi çıkarmak başına iş açmak demektir, bu sevdadan vazgeç” demesini hatırladı. İlk sayı için yazdığı makalede geçen ‘yıldız’ sözcüğünü, Yıldız Sarayı’nı anımsattığı gerekçesiyle nasıl “mehtaplı geceler” diye değiştirmek zorunda kaldığını da hatırladı.
Sonra “Yokuş” boyunca avare avare çıkmaya devam etti. Mihran Matbaası, İkdam Gazetesi, Tahir Bey Matbaası, Arapça basılan El Malumat ve Fransızca yayımlanan Servet gazetelerinin önünden geçti. Meserret Apartmanı’nın yanından Ebussuud Caddesi’ne girdi. Kirkor Faik’in Asır ve Kitapçı Aragel’in Numune adlı kitapçı dükkanlarının vitrinlerinde boy gösteren yeni kitaplara bir göz attı.
Ansızın onu gördü. Koyu gri bir ‘jaketetay’ giymiş, yüzüne asil bir güzellik veren sivrice sakalı, yaylı kaşları, geniş şakakları ve yumuşak gözleriyle yokuştan aşağıya doğru inmekte olan Abdülhak Hamit’i gördü. Abdülhak Hamit’in yanında yürüyen eşi ‘sarışın bir ışık halindeki’ Lüsyen Hanım’ı da gördü. Selamlaştı.
Biraz daha çıktı ve bu kez de Tevfik Fikret’i gördü. Fikret’in üstünde sadakor bir elbise, elinde ipekten ve saman sarısı bir şemsiye vardı. İçinden yükselen “Kırık bir Rübab” ve “bir bomba, bir duman, bir Rübab-ı Şikeste” seslerini duyar gibi oldu. Selamlaştı.
Yokuş yukarı çıkmaya devam etti. Derken Cenap Şahabettin’le karşılaştı. Koyu duman rengi bir elbise, ‘fantezi’ bir yelek giymişti. ‘Az şık, çok süslüydü’. Cenap Şahabettin’i görünce o yaz sıcağında ‘gökten hayaller gibi düşen karları’ hatırladı. Selamlaştı.
Sonra “başında lacivert bir bere, sırtında Kaşmir bir ceket” bulunan Halit Ziya Uşaklıgil’i gördü. Uşaklıgil’in elinde bir ‘vesika ekmeği’ yani Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı sıkıntılar nedeniyle satın alınması izne bağlanan bir ekmek, mısır koçanı ve süpürge otu tohumundan yapılmış küçücük bir somun vardı. Nedir, Uşaklıgil “Aşk-ı Memnu’nun Nihal ile Bihter’ini yanına almayı da ihmal etmemişti. Selamlaştı.
Yokuşu çıkmayı sürdürdü. Çatalçeşme Sokağı’na saptı. Dört katlı kagir binanın merdivenlerinden ikinci kata çıktı. Odasına girip, masanın başına geçti. Yığın halindeki gazete ve dergileri karıştırdı. Kendisinin çıkardığı dergiye gözü ilişince, yıllar öncesini, 1922’yi düşündü. O karlı Aralık ayında vilayete gidişini, dergi çıkarmak için izin isteyişini, ‘Sansürcü Şemsi Efendi’nin “evladım, dergi çıkarmak başına iş açmak demektir, bu sevdadan vazgeç” demesini hatırladı. İlk sayı için yazdığı makalede geçen ‘yıldız’ sözcüğünü, Yıldız Sarayı’nı anımsattığı gerekçesiyle nasıl “mehtaplı geceler” diye değiştirmek zorunda kaldığını da hatırladı.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.