Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Atalarımız akıllı adamlardı. Edilmemesi gereken sözleri söyleyenlere,”bir çuval inciri berbat ettin!” derledi.
Bazen tek bir tümce hatta sözcük, Türkiye’ye, yine eskilerin tabiri ile “medyunu şükran-şükran duyan” bir ülkenin bile bir anda karşımıza dikilmesine neden olabilir. Devlet adamlığı ve dış politika böylesine dikkatli olmayı, öncelikle diline hâkim olmayı gerektirir.
1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği dağıldığında, Türkiye, diğer Türk Cumhuriyetleri yanında, Azerbaycan’a da sahip çıkmış ve bu ülkenin, bağımsızlığını aldıktan sonra özellikle Batı ile bütünleşmesine ciddi destek vermişti. Bunu yaparken de Azerbaycan’ın iç işlerine karışmamaya; onurunu korumaya dikkat etmiş ona “yeni ağabey” gibi davranmaktan özenle kaçınmıştı. Ta ki AKP iktidara gelinceye kadar.
ERMENİ POTOKOLLERİ
2002 yılından başlayarak, Azerbaycan ile ilişkilerde de zaman zaman sıkıntılar yaşanmaya başlamıştır. O kadar ki Türkiye’nin Azerbaycan’da ihtilal girişimlerinin içinde olduğu iddialarına bile yol açılmıştır.
Bu kadarla da kalmamış, Ermenistan ile “Ermeni Protokolleri” diye bilinen belgeler imzalanmıştır. Üstelik bu protokollerin görüşmeleri, mahkemeleri, sözde “Ermen soykırımını inkârın suç olduğu yönünde AİHM’den dönen bir karar (Perinçek Kararı) vermiş olan İsviçre’de yapılmıştı. Bu bile başlı başına bir züldü.
Azerbaycan’ın ciddi tepkisine yol açan bu protokollerin görüşmeleri Dışişleri Bakanlığında çok az sayıda kişi tarafından yürütülmüş, Bakanlıktan bile saklanmaya çalışılmıştır. Ben bu anlamsız ve sonuçsuz olacağını ilkokul çocuklarının bile anında anlayabileceği girişimi, İsviçre’nin Ankara Büyükelçisi’nden öğrenmiştim. O yıl Bakanlık tarihinde ilk kez yapılan Büyükelçiler Konferansı’nda, sadece ben ve bir meslektaşım protokollere karşı çıkmış, bunun yanlış olacağını anlatmaya çalışmış ancak dinletememiştik.
ABD’nin sözünü dinlemek, ona yaranmak ve zamanın ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton ile aynı fotoğraf karesinde görünmek hevesinden başka hiç bir nedenle açıklanamayacak bu protokolller Ermenistan tarafından anında rafa kaldırılmış -bu hayırlı olmuştur-, hatta eğer belleğim beni yanıltmıyorsa Ermenistan Anayasa Mahkemesi “sözde” soykırımı tanımadığı gerekçesini de belirterek protokolleri, onaylamamış, yok saymıştı. Türkiye’yi Ermenistan’ın bile şamar oğlanına döndüren Ermeni Protokolleri, AKP dış politika sicilinin, en onur kırıcı başarısızlıklarından birisidir.
Bu olayı şimdi neden hatırladım ve hatırlatıyorum?
AZERBAYCAN’I BİLE DÜŞMAN ETMEK
Kısa bir süre önce Erdoğan, İsrail’e gözdağı vermeye çalışırken, hangi amaçla olduğunu hiç anlamadığım bir şekilde, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ zaferine atıfla, “Karabağ’a nasıl girdiysek, benzerini onlara da yaparız.” dedi. Azerbaycan Erdoğan’ın bu sözlerine, devletin sesi olduğu bilinen bir yayın organında, “diplomasi tarihinde eşine çok az rastlanan sertlikte bir yanıt verdi. Bunu yaparken de Ermeni Protokolleri üzerinde özellikle durdu. Kısacası, “biz sizi biliriz. Yakın geçmişte bize bunu da yapmıştınız.” demeye getirdi. Tek başına bu yazı bile Türkiye’nin itibarına indirilmiş çok ciddi bir darbeydi ama orada da kalmadı.
Hemen arkasından Azerbaycan’dan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Larnaka kentine uçak seferleri başlatılacağı haberleri basına yansıdı. Azerbaycan mesaj veriyordu. Ancak esas mesajın, Azerbaycan’ın son zamanlarda Rusya, İran, İsrail, GKRY, hatta Ermenistan ile bir seri ilişkiler geliştirmekte olduğunu gösteren ciddi işaretlerle verildiğini düşünüyorum. Bu ilişkilerin Azerbaycan’ın ulusal çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelik olduğunu düşünmek doğaldır. Ancak konunun diğer yüzüne de bakmakta yarar var.
Azerbaycan’ın Kafkaslarda ve Orta Doğu’da geliştirmeye çalıştığı, Türkiye’yi pek de dikkate almadığı, katmak istemediği izlenimini veren bu ilişkilerin Türkiye açısından çok önemli sonuçları olacaktır. Korkarım Azerbaycan Türkiye’nin altından halıyı çekmektedir. Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’deki yalnızlığımıza, Kafkaslarda yeni -ve tehlikeli- bir yalnızlık eklemek aklıselim sahibi kimsenin isteyeceği bir gelişme değildir. Korkarım olay, bazılarının düşüldüğü kadar hafife alınacak bir durum da değildir.
AZERBAYCAN BİR ERDOĞAN-AKP DIŞ POLİTİKA KLASİĞİDİR
Devlet adamlığı ve dış politika zordur. Hem de çok zor. Neyi nerede, ne zaman, ne kadar ve nasıl söyleyeceğini bilmek şarttır. Öğrenmek isteyenlerin hiç değilse Mustafa Kemal Atatürk’ün Hatay gibi çetrefil bir sorunu çözerken, Fransa’ya, Fransa’nın o zamanki yöneticilerine, devlet adamlarına, Fransız gazetecilere söylediklerini, üslubunu dikkatle okumalarında yarar vardır. Fransa’yı sözleriyle hem döverek hem severek, yönlendirerek nasıl yola getirdiği bir devlet adamlığı klasiğidir. Azerbaycan‘ı bu tutuma adeta zorla iten tavır ve söz ise, Türkiye’yi yalnızlaştıran, etrafındaki ülkeleri düşmanlaştıran; Türkiye’nin itibarını yerle bir eden, tam bir Erdoğan-AKP dış politika klasiğidir.
“Klasik” dedim de, 12 Eylül 1971 askeri müdahalesinden sonra Türkiye’ye gelen bir yabancının, Ecevit ile Demirel’e yollama yaparak, “sizin biri romantik, diğeri klasik iki politikacınız vardı. Onlara ne oldu?” sorusuna, verilen yanıt aklıma geldi: “Romantik olanın ‘roman’ı gitti ‘tiki’ kaldı. ‘Klasik’ olanın da ‘klas’ı gitti, şimdi biz ona ‘baba’ diyoruz.”
Devlet yönetimi, bilgi, görgü, deneyim ve mutlaka “klas” gerektirir.
Bazen tek bir tümce hatta sözcük, Türkiye’ye, yine eskilerin tabiri ile “medyunu şükran-şükran duyan” bir ülkenin bile bir anda karşımıza dikilmesine neden olabilir. Devlet adamlığı ve dış politika böylesine dikkatli olmayı, öncelikle diline hâkim olmayı gerektirir.
1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği dağıldığında, Türkiye, diğer Türk Cumhuriyetleri yanında, Azerbaycan’a da sahip çıkmış ve bu ülkenin, bağımsızlığını aldıktan sonra özellikle Batı ile bütünleşmesine ciddi destek vermişti. Bunu yaparken de Azerbaycan’ın iç işlerine karışmamaya; onurunu korumaya dikkat etmiş ona “yeni ağabey” gibi davranmaktan özenle kaçınmıştı. Ta ki AKP iktidara gelinceye kadar.
ERMENİ POTOKOLLERİ
2002 yılından başlayarak, Azerbaycan ile ilişkilerde de zaman zaman sıkıntılar yaşanmaya başlamıştır. O kadar ki Türkiye’nin Azerbaycan’da ihtilal girişimlerinin içinde olduğu iddialarına bile yol açılmıştır.
Bu kadarla da kalmamış, Ermenistan ile “Ermeni Protokolleri” diye bilinen belgeler imzalanmıştır. Üstelik bu protokollerin görüşmeleri, mahkemeleri, sözde “Ermen soykırımını inkârın suç olduğu yönünde AİHM’den dönen bir karar (Perinçek Kararı) vermiş olan İsviçre’de yapılmıştı. Bu bile başlı başına bir züldü.
Azerbaycan’ın ciddi tepkisine yol açan bu protokollerin görüşmeleri Dışişleri Bakanlığında çok az sayıda kişi tarafından yürütülmüş, Bakanlıktan bile saklanmaya çalışılmıştır. Ben bu anlamsız ve sonuçsuz olacağını ilkokul çocuklarının bile anında anlayabileceği girişimi, İsviçre’nin Ankara Büyükelçisi’nden öğrenmiştim. O yıl Bakanlık tarihinde ilk kez yapılan Büyükelçiler Konferansı’nda, sadece ben ve bir meslektaşım protokollere karşı çıkmış, bunun yanlış olacağını anlatmaya çalışmış ancak dinletememiştik.
ABD’nin sözünü dinlemek, ona yaranmak ve zamanın ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton ile aynı fotoğraf karesinde görünmek hevesinden başka hiç bir nedenle açıklanamayacak bu protokolller Ermenistan tarafından anında rafa kaldırılmış -bu hayırlı olmuştur-, hatta eğer belleğim beni yanıltmıyorsa Ermenistan Anayasa Mahkemesi “sözde” soykırımı tanımadığı gerekçesini de belirterek protokolleri, onaylamamış, yok saymıştı. Türkiye’yi Ermenistan’ın bile şamar oğlanına döndüren Ermeni Protokolleri, AKP dış politika sicilinin, en onur kırıcı başarısızlıklarından birisidir.
Bu olayı şimdi neden hatırladım ve hatırlatıyorum?
AZERBAYCAN’I BİLE DÜŞMAN ETMEK
Kısa bir süre önce Erdoğan, İsrail’e gözdağı vermeye çalışırken, hangi amaçla olduğunu hiç anlamadığım bir şekilde, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ zaferine atıfla, “Karabağ’a nasıl girdiysek, benzerini onlara da yaparız.” dedi. Azerbaycan Erdoğan’ın bu sözlerine, devletin sesi olduğu bilinen bir yayın organında, “diplomasi tarihinde eşine çok az rastlanan sertlikte bir yanıt verdi. Bunu yaparken de Ermeni Protokolleri üzerinde özellikle durdu. Kısacası, “biz sizi biliriz. Yakın geçmişte bize bunu da yapmıştınız.” demeye getirdi. Tek başına bu yazı bile Türkiye’nin itibarına indirilmiş çok ciddi bir darbeydi ama orada da kalmadı.
Hemen arkasından Azerbaycan’dan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Larnaka kentine uçak seferleri başlatılacağı haberleri basına yansıdı. Azerbaycan mesaj veriyordu. Ancak esas mesajın, Azerbaycan’ın son zamanlarda Rusya, İran, İsrail, GKRY, hatta Ermenistan ile bir seri ilişkiler geliştirmekte olduğunu gösteren ciddi işaretlerle verildiğini düşünüyorum. Bu ilişkilerin Azerbaycan’ın ulusal çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelik olduğunu düşünmek doğaldır. Ancak konunun diğer yüzüne de bakmakta yarar var.
Azerbaycan’ın Kafkaslarda ve Orta Doğu’da geliştirmeye çalıştığı, Türkiye’yi pek de dikkate almadığı, katmak istemediği izlenimini veren bu ilişkilerin Türkiye açısından çok önemli sonuçları olacaktır. Korkarım Azerbaycan Türkiye’nin altından halıyı çekmektedir. Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’deki yalnızlığımıza, Kafkaslarda yeni -ve tehlikeli- bir yalnızlık eklemek aklıselim sahibi kimsenin isteyeceği bir gelişme değildir. Korkarım olay, bazılarının düşüldüğü kadar hafife alınacak bir durum da değildir.
AZERBAYCAN BİR ERDOĞAN-AKP DIŞ POLİTİKA KLASİĞİDİR
Devlet adamlığı ve dış politika zordur. Hem de çok zor. Neyi nerede, ne zaman, ne kadar ve nasıl söyleyeceğini bilmek şarttır. Öğrenmek isteyenlerin hiç değilse Mustafa Kemal Atatürk’ün Hatay gibi çetrefil bir sorunu çözerken, Fransa’ya, Fransa’nın o zamanki yöneticilerine, devlet adamlarına, Fransız gazetecilere söylediklerini, üslubunu dikkatle okumalarında yarar vardır. Fransa’yı sözleriyle hem döverek hem severek, yönlendirerek nasıl yola getirdiği bir devlet adamlığı klasiğidir. Azerbaycan‘ı bu tutuma adeta zorla iten tavır ve söz ise, Türkiye’yi yalnızlaştıran, etrafındaki ülkeleri düşmanlaştıran; Türkiye’nin itibarını yerle bir eden, tam bir Erdoğan-AKP dış politika klasiğidir.
“Klasik” dedim de, 12 Eylül 1971 askeri müdahalesinden sonra Türkiye’ye gelen bir yabancının, Ecevit ile Demirel’e yollama yaparak, “sizin biri romantik, diğeri klasik iki politikacınız vardı. Onlara ne oldu?” sorusuna, verilen yanıt aklıma geldi: “Romantik olanın ‘roman’ı gitti ‘tiki’ kaldı. ‘Klasik’ olanın da ‘klas’ı gitti, şimdi biz ona ‘baba’ diyoruz.”
Devlet yönetimi, bilgi, görgü, deneyim ve mutlaka “klas” gerektirir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.