Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Yargıç yerine oturdu. Tahta tokmağı masaya iki kez vurup, duruşmanın başlamasını emretti. Gümüş rengi peruğu ve yakaları iyice kalkık simsiyah cübbesiyle gerçekten ürkütücü bir görünümü vardı.
Sekiz dokuz yaşlarındaki beş kız çocuğu tanık sırasına yan yana oturdular. Gözlerini sımsıkı yumdular. Yargıç sanıkların da içeriye alınmalarını söyledi. İyi yağlanmamış giriş kapısı gıcırtıyla açıldı. Zincir şakırtıları ve ağlama sesleri duyuldu. Salondakiler başlarını geriye döndürüp, mübaşirin çekiştirip ittirerek içeriye soktuğu sanıklara baktılar. Korkuyla haç çıkardılar.
Ayaklarından, kollarından ve boyunlarından birbirlerine paslı ve kalın zincirlerle bağlanmış üç yaşlı kadın ayaklarını sürüyerek ve sürekli titreyerek içeriye girdiler. Yüzleri, alevlerin kapkara is lekeleriyle kaplıydı. Birinin gözleri, yediği dayak yüzünden şişmiş, mosmor olmuş ve tümüyle kapanmıştı. Ötekinin hala kan içindeki dudaklarının arasından kırılmış, paramparça olmuş dişleri görünüyordu.
Mübaşir, kadınları kürsünün tam önüne getirdi. Yargıç onlara hiç bakmadan, tanık sırasında oturmakta olan küçük kızlara döndü. Onların sanıklara bakmalarını istedi. Kızlar bir süre sımsıkı yumdukları gözlerini açmadan durdular. Kadınları görmek istemedikleri anlaşılıyordu.
Yargıç bu kez bağırarak sanıklara bakmalarını emretti. Kızlar gözlerini açıp, zincirler içindeki yaşlı kadınlara baktılar. Aynı anda da çığlıklar atmaya, uluyarak ağlamaya başladılar.
Yılan tıslamasını andıran korkunç sesler çıkararak, işaret parmaklarını üç sanık kadına uzattılar. Uzun kahkahalar attılar ve sonra yere düştüler.
Yargıç salonda baş gösteren kargaşayı tokmağını defalarca kürsüye vurarak, bağırarak güç bela yatıştırdı. Jüriden kararlarını vermelerini istedi. Onlar kararlarını çoktan vermişlerdi. Yargıç kararı okudu. ‘Sanıklar suçludur, onlar cadıdır ve hemen bu gece ölünceye kadar bir ipte asılacaklardır’.
Yaşlı kadınlar ağlıyor ve var güçleriyle ‘biz cadı değiliz, bunların hepsi iftira’ diye bağırıyorlardı ama o gürültü ve kargaşada bunların hiçbiri duyulmuyordu.
Tam o sırada küçük kızlar ayağa kalktılar. Derin bir uykudan uyanmış gibiydiler ve yüzlerinde şeytanca bir gülümseme vardı şimdi. Sonra el ele tutuştular ve tatlı, masum çocuk sesleriyle bir şarkı söylemeye başladılar. ‘Gece yarısı oldu ve Salem uyuyor. Gece yarısı oldu ve gölgeler uzuyor. Çok sıcak, çok sessiz ve bu sessizlikte Salem mezara doğru yürüyor. Mezarcı ve O bizi bekliyor’…
Yargıç yerine oturdu. Tahta tokmağı tablaya iki kez vurup, duruşmanın başlamasını emretti. Gümüş rengi saçları ve yakaları iyice kalkık simsiyah cübbesiyle gerçekten ürkütücü bir görünümü vardı.
İçlerinde üniformalı bir asker ve iki kadının da bulunduğu dokuz kişi, ‘Soruşturma Kurulu Üyeleri’ için ayrılmış koltuklara oturdu. Yargıç, ifade vermesi istenen kişinin içeriye alınmasını emretti. İki görevli kapıyı açtı. Dinleyiciler başlarını arkaya döndürdüler. Kapıda kimse yoktu. Görevliler bağırarak, ifade vermesi istenen kişinin adını söylediler. Kapıda kimse belirmedi.
24 Mayıs 1956 tarihinde ‘Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Araştırma Komisyonu’ tarafından ifade vermek üzere mahkemeye çağırılan Arthur Miller adlı kişi, ifade vermeyi reddetti. Mahkemeye gitmedi. Gitmedi çünkü Senatör Joseph Mc Carthy’nin kışkırtmasıyla başlayan bu ‘solcu avında’ insanların başlarına neler geldiğin, nasıl bir cadı kazanı kaynatılmakta olduğunu biliyordu.
Bunların hepsini üç yıl kadar önce yazdığı Cadı Kazanı adlı oyunda tek tek anlatmıştı. Bunları bildiği için ifade vermeye gitmeyen oyun yazarı Arthur Miller, ‘komisyonu hiçe saydığı’ gerekçesiyle bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Satıcının Ölümü, Bütün Oğullarım, Cadı Kazanı ve Uygunsuzlar gibi oyunlarıyla dünya çapında bir üne sahip olan Arthur Miller, 17 Ekim 1915'te New York’un Harlem mahallesinde doğdu. Kumaş mağazası bulunan babasının geliri iyi olduğu için Arthur’ün çocukluğu sıkıntısız geçti.
Nedir, tüm dünyayı ve Birleşik Devletleri allak bullak eden ekonomik bunalım, Miller ailesini de derinden sarstı. Babası mağazayı kapattı. Bulabildiği birkaç işte çalıştıktan sonra alkollü bir yaşama başladı. Miller ailesi Brooklyn’de küçük, kagir bir eve taşındı. Kafesli pencereleri olan bu ev, daha sonra Miller’in yazdığı ünlü Satıcının Ölümü adlı oyundaki eve model oldu.
Arthur tüm sıkıntılara rağmen Michigan Üniversitesi’ne girebilmeyi başardı. 1938'de New York’a döndü. Hükümet tarafından desteklenen ama ‘komünist eğilimli’ olduğu gerekçesiyle vazgeçilen bir tiyatro tasarımına katıldı. 1947’de yazdığı Bütün Oğullarım adlı tiyatro eseri, Miller’a ilk ününü getirdi. Miller bu oyunda daha sonra da işleyeceği kapitalist düzenin acımasızlığını anlattı.
[BGCOLOR=#f8fcff]Arthur Miller 1949’da yazdığı Satıcının Ölümü adlı oyunla dünya çapında bir şöhrete kavuştu. ABD kapitalizmini tam anlamıyla yerin dibine soktuğu bu oyunda geçen, ‘sadece satabileceğin şeyler senin malındır’, ‘kapitalizm bir insanı ailesi için canını vermeye zorlar’ şeklindeki replikler büyük etki yarattı. Miller de bu oyunla henüz otuz üç yaşındayken ünlü Pulitzer Ödülü’nü kazandı.[/BGCOLOR]
1953’te Cadı Kazanı’nı yazdı. Miller bu oyunda 1692’de Massachusetts eyaletinin Salem kasabasında gerçekten yaşanmış olaylardan yola çıktı. Kasabanın zengin tüccarlarından Samuel Parris’in Betty ve Abigail adlı kızları sırf vakit geçirmek için ‘büyücülük’ adını verdikleri bir oyun oynamışlar, oyunu renklendirmek için yalandan nöbetler geçirmeye, titremeye ve bayılmaya başlamışlardı.
Aileler işe el koymuş, sıkı bir dini ortamda yetiştirilmiş olan kızlar da cezalandırılacaklarını anlayınca, kasabadaki birçok yaşlı kadını kendilerine büyü yapmakla suçlamışlardı. Olay hızla büyümüş, kasabalılar toplumsal bir histeriye kapılmış ve başta küçük kızlar olmak üzere herkes herkesi suçlamaya başlamıştı.
Sonunda resmen ‘Cadı Mahkemeleri’ kurulmuş ve bu davalar için özel olarak atanmış yargıçlar ile güvenlik güçleri, cadılıkla suçlanan çoğu kadın yüzlerce insanı işkenceden geçirip, evlerini yakmışlardı. Yanmaktan son anda kurtulan, öldüresiye dövülen insanlar bu uyduruk mahkemelerde yargılanmış, sinir krizi geçiriyormuş gibi davranan küçük kızların da tanıklığıyla idama mahkum olmuşlardı. Yüzlerce insanın yargılandığı sözüm ona davalar sonucunda tam on dokuz kişi idam edilmiş, bir kişi göğsü taşla ezilerek öldürülmüş ve dört yaşlı kadın da ağır koşullara dayanamayarak hapishanede can vermişti.
Miller’ın oyunu yazdığı dönemde ABD ‘Mc Carthy karabasanı’ altındaydı. Senatör Joseph Mc Carthy, tüm Amerika’nın komünizm tehdidi altında bulunduğunu öne sürerek, ‘Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Soruşturma Komisyonu’ adlı kuruluşlar oluşturmuş ve solculukla ilgili olduğu söylenen binlerce insanı, komisyonda ifade vermeye, ‘suçlarını’ itiraf etmeye ve ‘solcu arkadaşlarını’ ihbar etmeye zorlamıştı.
Sonunda ortaya tam bir cadı kazanı çıkmış, herkes komşusundan kuşkulanmaya ve onları ihbar etmeye başlamıştı. Miller’ın oyununun Mc Carthy ve yandaşlarını eleştirdiği hemen anlaşıldı. Miller da komisyona ifade vermeye çağrıldı. Arthur Miller komisyona gitmedi ve ifade vermeyi reddetti. Bu nedenle sonradan ertelenen bir yıllık hapis ve para cezasına çarptırıldı.
İşin en acı yönü ise daha sonra ortaya çıktı. Miller’ı komisyona ihbar eden kişinin, ünlü yönetmen ve Miller’ın yakın arkadaşı Elia Kazan olduğu anlaşıldı ve Kazan da bunu doğruladı.
Sonraki yıllarda İki Pazartesinin Anısı, Köprüden Görünüş, Düşüşten Sonra, Bedel gibi oyunlar yazan Miller, 1956’da ünlü film yıldızı Marilyn Monroe ile evlendi ve 1961 yılına kadar süren bu evlilik sırasında, eşi için Uygunsuzlar filminin senaryosunu yazdı.
Yaşadığı sürece baskıcı dikta rejimlerine karşı çıkan Miller, İsrail’i Filistin’de uyguladığı şiddet politikası nedeniyle eleştirdi. Türkiye’de yayımlanan ve çok sayıda aydının imzaladığı ‘Düşünceye Özgürlük’ kitabına yayımcı olarak imza attı. Bunun sonucunda da bir başka ünlü oyun yazarı olan Harold Pinter’la birlikte Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı. 12 Eylül döneminde Ankara’da ABD Büyükelçiliği’nde düzenlenen bir resepsiyonda işkenceden söz açtığı için salondan çıkarıldı.
Yazdıklarıyla, düşünceleriyle ve siyasi duruşuyla kendisine ‘ABD’nin vicdanı’ adı verilen Arthur Miller, 10 Şubat 2005’te öldü. Ölmeden iki hafta önce asistanı Julia Bolus’a bir zamanlar Marilyn Monroe ile birlikte yaşadıkları eve gitmek istediğini söylemişti.
Olmadı…
Sekiz dokuz yaşlarındaki beş kız çocuğu tanık sırasına yan yana oturdular. Gözlerini sımsıkı yumdular. Yargıç sanıkların da içeriye alınmalarını söyledi. İyi yağlanmamış giriş kapısı gıcırtıyla açıldı. Zincir şakırtıları ve ağlama sesleri duyuldu. Salondakiler başlarını geriye döndürüp, mübaşirin çekiştirip ittirerek içeriye soktuğu sanıklara baktılar. Korkuyla haç çıkardılar.
Ayaklarından, kollarından ve boyunlarından birbirlerine paslı ve kalın zincirlerle bağlanmış üç yaşlı kadın ayaklarını sürüyerek ve sürekli titreyerek içeriye girdiler. Yüzleri, alevlerin kapkara is lekeleriyle kaplıydı. Birinin gözleri, yediği dayak yüzünden şişmiş, mosmor olmuş ve tümüyle kapanmıştı. Ötekinin hala kan içindeki dudaklarının arasından kırılmış, paramparça olmuş dişleri görünüyordu.
Mübaşir, kadınları kürsünün tam önüne getirdi. Yargıç onlara hiç bakmadan, tanık sırasında oturmakta olan küçük kızlara döndü. Onların sanıklara bakmalarını istedi. Kızlar bir süre sımsıkı yumdukları gözlerini açmadan durdular. Kadınları görmek istemedikleri anlaşılıyordu.
Yargıç bu kez bağırarak sanıklara bakmalarını emretti. Kızlar gözlerini açıp, zincirler içindeki yaşlı kadınlara baktılar. Aynı anda da çığlıklar atmaya, uluyarak ağlamaya başladılar.
Yılan tıslamasını andıran korkunç sesler çıkararak, işaret parmaklarını üç sanık kadına uzattılar. Uzun kahkahalar attılar ve sonra yere düştüler.
Yargıç salonda baş gösteren kargaşayı tokmağını defalarca kürsüye vurarak, bağırarak güç bela yatıştırdı. Jüriden kararlarını vermelerini istedi. Onlar kararlarını çoktan vermişlerdi. Yargıç kararı okudu. ‘Sanıklar suçludur, onlar cadıdır ve hemen bu gece ölünceye kadar bir ipte asılacaklardır’.
Yaşlı kadınlar ağlıyor ve var güçleriyle ‘biz cadı değiliz, bunların hepsi iftira’ diye bağırıyorlardı ama o gürültü ve kargaşada bunların hiçbiri duyulmuyordu.
Tam o sırada küçük kızlar ayağa kalktılar. Derin bir uykudan uyanmış gibiydiler ve yüzlerinde şeytanca bir gülümseme vardı şimdi. Sonra el ele tutuştular ve tatlı, masum çocuk sesleriyle bir şarkı söylemeye başladılar. ‘Gece yarısı oldu ve Salem uyuyor. Gece yarısı oldu ve gölgeler uzuyor. Çok sıcak, çok sessiz ve bu sessizlikte Salem mezara doğru yürüyor. Mezarcı ve O bizi bekliyor’…
Yargıç yerine oturdu. Tahta tokmağı tablaya iki kez vurup, duruşmanın başlamasını emretti. Gümüş rengi saçları ve yakaları iyice kalkık simsiyah cübbesiyle gerçekten ürkütücü bir görünümü vardı.
İçlerinde üniformalı bir asker ve iki kadının da bulunduğu dokuz kişi, ‘Soruşturma Kurulu Üyeleri’ için ayrılmış koltuklara oturdu. Yargıç, ifade vermesi istenen kişinin içeriye alınmasını emretti. İki görevli kapıyı açtı. Dinleyiciler başlarını arkaya döndürdüler. Kapıda kimse yoktu. Görevliler bağırarak, ifade vermesi istenen kişinin adını söylediler. Kapıda kimse belirmedi.
24 Mayıs 1956 tarihinde ‘Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Araştırma Komisyonu’ tarafından ifade vermek üzere mahkemeye çağırılan Arthur Miller adlı kişi, ifade vermeyi reddetti. Mahkemeye gitmedi. Gitmedi çünkü Senatör Joseph Mc Carthy’nin kışkırtmasıyla başlayan bu ‘solcu avında’ insanların başlarına neler geldiğin, nasıl bir cadı kazanı kaynatılmakta olduğunu biliyordu.
Bunların hepsini üç yıl kadar önce yazdığı Cadı Kazanı adlı oyunda tek tek anlatmıştı. Bunları bildiği için ifade vermeye gitmeyen oyun yazarı Arthur Miller, ‘komisyonu hiçe saydığı’ gerekçesiyle bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Satıcının Ölümü, Bütün Oğullarım, Cadı Kazanı ve Uygunsuzlar gibi oyunlarıyla dünya çapında bir üne sahip olan Arthur Miller, 17 Ekim 1915'te New York’un Harlem mahallesinde doğdu. Kumaş mağazası bulunan babasının geliri iyi olduğu için Arthur’ün çocukluğu sıkıntısız geçti.
Nedir, tüm dünyayı ve Birleşik Devletleri allak bullak eden ekonomik bunalım, Miller ailesini de derinden sarstı. Babası mağazayı kapattı. Bulabildiği birkaç işte çalıştıktan sonra alkollü bir yaşama başladı. Miller ailesi Brooklyn’de küçük, kagir bir eve taşındı. Kafesli pencereleri olan bu ev, daha sonra Miller’in yazdığı ünlü Satıcının Ölümü adlı oyundaki eve model oldu.
Arthur tüm sıkıntılara rağmen Michigan Üniversitesi’ne girebilmeyi başardı. 1938'de New York’a döndü. Hükümet tarafından desteklenen ama ‘komünist eğilimli’ olduğu gerekçesiyle vazgeçilen bir tiyatro tasarımına katıldı. 1947’de yazdığı Bütün Oğullarım adlı tiyatro eseri, Miller’a ilk ününü getirdi. Miller bu oyunda daha sonra da işleyeceği kapitalist düzenin acımasızlığını anlattı.
[BGCOLOR=#f8fcff]Arthur Miller 1949’da yazdığı Satıcının Ölümü adlı oyunla dünya çapında bir şöhrete kavuştu. ABD kapitalizmini tam anlamıyla yerin dibine soktuğu bu oyunda geçen, ‘sadece satabileceğin şeyler senin malındır’, ‘kapitalizm bir insanı ailesi için canını vermeye zorlar’ şeklindeki replikler büyük etki yarattı. Miller de bu oyunla henüz otuz üç yaşındayken ünlü Pulitzer Ödülü’nü kazandı.[/BGCOLOR]
1953’te Cadı Kazanı’nı yazdı. Miller bu oyunda 1692’de Massachusetts eyaletinin Salem kasabasında gerçekten yaşanmış olaylardan yola çıktı. Kasabanın zengin tüccarlarından Samuel Parris’in Betty ve Abigail adlı kızları sırf vakit geçirmek için ‘büyücülük’ adını verdikleri bir oyun oynamışlar, oyunu renklendirmek için yalandan nöbetler geçirmeye, titremeye ve bayılmaya başlamışlardı.
Aileler işe el koymuş, sıkı bir dini ortamda yetiştirilmiş olan kızlar da cezalandırılacaklarını anlayınca, kasabadaki birçok yaşlı kadını kendilerine büyü yapmakla suçlamışlardı. Olay hızla büyümüş, kasabalılar toplumsal bir histeriye kapılmış ve başta küçük kızlar olmak üzere herkes herkesi suçlamaya başlamıştı.
Sonunda resmen ‘Cadı Mahkemeleri’ kurulmuş ve bu davalar için özel olarak atanmış yargıçlar ile güvenlik güçleri, cadılıkla suçlanan çoğu kadın yüzlerce insanı işkenceden geçirip, evlerini yakmışlardı. Yanmaktan son anda kurtulan, öldüresiye dövülen insanlar bu uyduruk mahkemelerde yargılanmış, sinir krizi geçiriyormuş gibi davranan küçük kızların da tanıklığıyla idama mahkum olmuşlardı. Yüzlerce insanın yargılandığı sözüm ona davalar sonucunda tam on dokuz kişi idam edilmiş, bir kişi göğsü taşla ezilerek öldürülmüş ve dört yaşlı kadın da ağır koşullara dayanamayarak hapishanede can vermişti.
Miller’ın oyunu yazdığı dönemde ABD ‘Mc Carthy karabasanı’ altındaydı. Senatör Joseph Mc Carthy, tüm Amerika’nın komünizm tehdidi altında bulunduğunu öne sürerek, ‘Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Soruşturma Komisyonu’ adlı kuruluşlar oluşturmuş ve solculukla ilgili olduğu söylenen binlerce insanı, komisyonda ifade vermeye, ‘suçlarını’ itiraf etmeye ve ‘solcu arkadaşlarını’ ihbar etmeye zorlamıştı.
Sonunda ortaya tam bir cadı kazanı çıkmış, herkes komşusundan kuşkulanmaya ve onları ihbar etmeye başlamıştı. Miller’ın oyununun Mc Carthy ve yandaşlarını eleştirdiği hemen anlaşıldı. Miller da komisyona ifade vermeye çağrıldı. Arthur Miller komisyona gitmedi ve ifade vermeyi reddetti. Bu nedenle sonradan ertelenen bir yıllık hapis ve para cezasına çarptırıldı.
İşin en acı yönü ise daha sonra ortaya çıktı. Miller’ı komisyona ihbar eden kişinin, ünlü yönetmen ve Miller’ın yakın arkadaşı Elia Kazan olduğu anlaşıldı ve Kazan da bunu doğruladı.
Sonraki yıllarda İki Pazartesinin Anısı, Köprüden Görünüş, Düşüşten Sonra, Bedel gibi oyunlar yazan Miller, 1956’da ünlü film yıldızı Marilyn Monroe ile evlendi ve 1961 yılına kadar süren bu evlilik sırasında, eşi için Uygunsuzlar filminin senaryosunu yazdı.
Yaşadığı sürece baskıcı dikta rejimlerine karşı çıkan Miller, İsrail’i Filistin’de uyguladığı şiddet politikası nedeniyle eleştirdi. Türkiye’de yayımlanan ve çok sayıda aydının imzaladığı ‘Düşünceye Özgürlük’ kitabına yayımcı olarak imza attı. Bunun sonucunda da bir başka ünlü oyun yazarı olan Harold Pinter’la birlikte Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı. 12 Eylül döneminde Ankara’da ABD Büyükelçiliği’nde düzenlenen bir resepsiyonda işkenceden söz açtığı için salondan çıkarıldı.
Yazdıklarıyla, düşünceleriyle ve siyasi duruşuyla kendisine ‘ABD’nin vicdanı’ adı verilen Arthur Miller, 10 Şubat 2005’te öldü. Ölmeden iki hafta önce asistanı Julia Bolus’a bir zamanlar Marilyn Monroe ile birlikte yaşadıkları eve gitmek istediğini söylemişti.
Olmadı…
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.