enky
Forum Üyesi
- Katılım
- 15 Mar 2022
- Mesajlar
- 2,800
- Puanları
- 1
Küçük tahta masaya karşılıklı olarak yerleştirilmiş gri boyalı sandalyelerde yüz yüze oturuyorlar. Her tarafı beyaza boyanmış bir oda. Duvarlar çıplak. Resim, şu bu yok. Pencere de yok. Tavanda ağır ağır dönen bir pervane. Onun yanında da tel bir kafesle örtülmüş büyük bir floresan lamba. Göz ve sinir bozucu, çiğ bir ışık o lambadan yayılıyor.
Tam arkasında gerektiğinde elektronik bir komutla da açılıp kapatılabilen çelik parmaklıklı kapı var. Arkaya dönüp bakmaya cesaret edemediği için göremiyor ama kapının tam önünde silahlı bir muhafızın heykel gibi dikildiğini biliyor. Biraz önce kapıyı açıp onu sorgu odasına sokarken duyduğu ekşi ter kokusu, şu anda da masaya kadar ulaşıyor.
Karşısındaki sandalyeye oturmuş, dikkatle onu inceleyen adamla kısa bir an için göz göze geliyor. Adamın yüzündeki o ‘maske’ gülümsemeyi görünce, hemen gözlerini kaçırıyor. Sarışın, gençten bir adam bu. Ceketini çıkarıp, boyunbağını gevşetmiş.
Adam biraz daha onu süzdükten sonra, büyük bir evrak çantasından çıkardığı kağıtları masaya koyuyor. Adam birkaç kalemi de kağıtların yanına yerleştirdikten sonra saatini çıkarıp, görebileceği bir yere bırakıyor. Krem rengi bir çanta içindeki iki tekerlekli kocaman ses alma aygıtını çalıştırıyor. Teyp bantları hışırtılı sesler çıkartarak dönmeye başlıyor. Adam biraz bekliyor. Sonra ses alma aygıtına eğilip vurgusuz, neredeyse metalik bir sesle “dosya üç, başlık kırk sekiz, saat öğleden önce dokuz on, tanıksız ve mühürlü” diyor.
Sonra gözlerini ona çevirip, öylece bakıyor. Yüzünde hep o maske şeklindeki sahte gülümseme. Kısık, çelik mavisi gözlerinde ise gülümsediğini gösterebilecek en küçük bir iz yok. Sadece bakıyor. Ansızın adamın gözlerinde elle tutulabilecek kadar gerçek bir nefretin dolaştığını fark ediyor. Evet, kızgınlık, öfke değil, salt bir nefret. Adam ondan nefret ediyor ve bunu gizlemek için herhangi bir çaba göstermiyor. Bu kadar şiddetli bir nefret onu ürkütüyor ve başını çevirip, çıplak duvarlara bakıyor.
Duvarlara birkaç suluboya tablo asılsa, yere de bir Türk ya da İran kilimi serilse, odanın pekala da sevimli bir yer olabileceğini düşünüyor. Ses alma aygıtından da sevdiği konçertolardan biri, mesela Brahms’ın ‘Do Majör yetmiş yedi’si yükselse, bu odada bile mutlu olabileceğini aklına getiriyor. Kendini tutamıyor ve gülümsüyor.
Tam arkasında gerektiğinde elektronik bir komutla da açılıp kapatılabilen çelik parmaklıklı kapı var. Arkaya dönüp bakmaya cesaret edemediği için göremiyor ama kapının tam önünde silahlı bir muhafızın heykel gibi dikildiğini biliyor. Biraz önce kapıyı açıp onu sorgu odasına sokarken duyduğu ekşi ter kokusu, şu anda da masaya kadar ulaşıyor.
Karşısındaki sandalyeye oturmuş, dikkatle onu inceleyen adamla kısa bir an için göz göze geliyor. Adamın yüzündeki o ‘maske’ gülümsemeyi görünce, hemen gözlerini kaçırıyor. Sarışın, gençten bir adam bu. Ceketini çıkarıp, boyunbağını gevşetmiş.
Adam biraz daha onu süzdükten sonra, büyük bir evrak çantasından çıkardığı kağıtları masaya koyuyor. Adam birkaç kalemi de kağıtların yanına yerleştirdikten sonra saatini çıkarıp, görebileceği bir yere bırakıyor. Krem rengi bir çanta içindeki iki tekerlekli kocaman ses alma aygıtını çalıştırıyor. Teyp bantları hışırtılı sesler çıkartarak dönmeye başlıyor. Adam biraz bekliyor. Sonra ses alma aygıtına eğilip vurgusuz, neredeyse metalik bir sesle “dosya üç, başlık kırk sekiz, saat öğleden önce dokuz on, tanıksız ve mühürlü” diyor.
Sonra gözlerini ona çevirip, öylece bakıyor. Yüzünde hep o maske şeklindeki sahte gülümseme. Kısık, çelik mavisi gözlerinde ise gülümsediğini gösterebilecek en küçük bir iz yok. Sadece bakıyor. Ansızın adamın gözlerinde elle tutulabilecek kadar gerçek bir nefretin dolaştığını fark ediyor. Evet, kızgınlık, öfke değil, salt bir nefret. Adam ondan nefret ediyor ve bunu gizlemek için herhangi bir çaba göstermiyor. Bu kadar şiddetli bir nefret onu ürkütüyor ve başını çevirip, çıplak duvarlara bakıyor.
Duvarlara birkaç suluboya tablo asılsa, yere de bir Türk ya da İran kilimi serilse, odanın pekala da sevimli bir yer olabileceğini düşünüyor. Ses alma aygıtından da sevdiği konçertolardan biri, mesela Brahms’ın ‘Do Majör yetmiş yedi’si yükselse, bu odada bile mutlu olabileceğini aklına getiriyor. Kendini tutamıyor ve gülümsüyor.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.