Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Merkeziyetçi toplum mühendisliği hamlelerinin sonuncusu: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli. Eğitimin, ideolojik amaçlar için nasıl bir aracadönüşebileceğinin dikkat çekici ve aslında acıklı bir örneği. Yeni müfredat, sessiz ve derin bir dokunuşla, gelecek nesillere hangi değerlerin aktarılması gerektiğine dair süptil bir rehberlik ve yönlendirme sunuyor.
Neden eğitim modeli değil de, maarif modeli?
Çünkü 1940'ların ortalarından bu yana İslamcı anlatının süregelen hikayesinde "eğitim" yerine “maarif" ifadesi kullanılır. Nurettin Topçu’nun maarif davası tartıştığımız yeni müfredatın en büyük ilham kaynağıdır. Maarif, yalnızca teknik bilgiye sahip insan yetiştirmekten öte, ahlaklı ve maneviyatına düşkün insan yetiştirmeyi amaçlar. "Bizim milli mektebimiz medresedir," anlayışı buradan gelir.
Peki bir partinin seçim kampanyası sloganının, bir eğitim modelinin ismi olarak kullanılması başlı başına problemli değil midir? Eğitim, farklı görüş ve düşüncelere yer veren, çeşitliliği, çok yönlülüğü, eleştirel düşünceyi destekleyen, sosyal adalet, empati ve toplumsal barışa katkıda bulunacak bireyler yetiştirmeye odaklanan, kapsayıcı bir yapıya sahip olmalıyken bu yeni model, daha en başından kendini bir parti programı gibi konumlandırmış durumda. Eğitim gibi kritik ve nesillere yön verecek bir alanın sadece tek bir siyasi partinin varlığına hizmet eder şekilde kamuoyunun önüne serilmesidurumu için ne kadar kaygı verici desek, az.
Ortada, özgür düşüncenin pekiştirilmesi gibi bir amaç kesinlikle yok, tek bir ideolojinin hükümranlığı için ter dökülüyor adeta.
Yeni müfredat için yapılan eleştirilere yönelik, "Pedagojik kaygılarla değil, ideolojik kaygılarla karşı çıkıyorlar," şeklindeki serzeniş isekendi içinde çelişkiler barındırıyor. Müfredata yöneltilen eleştirilerin ideolojik olup olmadığını sorgulamak şöyle dursun, asıl meselezaten müfredatın kendisinin pedagojik temeller yerine belirgin bir şekilde ideolojik hedeflere oturtulmuş olması değil midir?
Pedagojik kaygılar ikinci plana atılmış, asıl odak noktası ideolojik bir vizyonun peşinden gitmek olmuş zaten.
Eğitim sistemi muhafazakar ideolojik kaygılarla şekillendirildiğinde, her şeyden önce Türkiye'nin zengin kültürel çeşitliliği ve mirası göz ardı edilmiş olur. Bu yaklaşım, ülkenin laik ve demokratik temelleri ile çelişir.
Bütün dünya beceri odaklı eğitime geçerken, bizdeki eğitim sistemi, ideolojik önceliklerle şekillendirilmiş bir yol izliyor. Önümüzdeki yüzyıl, bilim ve teknolojinin durdurulamaz yükselişi, evrensel ve demokratik değerler gözetilmiyor. Dünya çapında bilim ve teknoloji alanında yaşanan baş döndürücü gelişmelerle birlikte ortaya çıkan küresel ölçekteki rekabetçi ortamda, Türk gencinin bundan on beş yıl sonra kendini nasıl konumlandıracağı, nasıl ilerleyebileceği düşünülmüyor. Sadece eğitim vasıtasıyla tek tip bir kimlik yaratılmaya çalışılıyor.
Milli Eğitim Bakanı’nın, “neye itiraz edildiğini anlamadığını”söylemesi ironik. Eğitimin amacı, bireyleri sadece mevcut iktidarın istediği şekilde şekillendirmek olmamalıdır. Eğitim; sorgulayan, eleştiren, ve daha iyi bir toplum yaratma gayreti içinde olan bireyler yetiştirmek için vardır.
Bunun yanı sıra, yeni müfredatın askıda kaldığı süre ve geri bildirim almak üzere kamuoyuna sunulması da tamamen “hikaye”. 67 bin görüş ve önerinin tek tek tasnif edildiği belirtilse de, bu kadar kısa sürede bu itirazların derinlemesine değerlendirilmesinin mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu sadece, ”Bakın biz bunu kamuoyuna açtık, kamuoyundan gelen görüşleri değerlendirdik”, “demokratik bir süreç izliyoruz” algısını yaratmak için yapılan bir tür “müfredatı meşrulaştırma” hamlesiydi, o kadar.
Talim ve Terbiye Kurulu gibi, üyelerinin büyük çoğunluğu imamhatip lisesi ve ilahiyat fakültesi mezunlarından oluşan bir kurum tarafından taslağın hızla kabul edilmesi, bu sürecin ne kadar “yönlendirilmiş” olduğunu gözler önüne seriyor. Bu da, müfredatın eğitimde çeşitliliği ve çok sesliliği destekleyecek şekilde kurgulanmadığını, aksine belli bir ideolojik perspektifi pekiştirmek amacıyla tasarlandığını açıkça gösteriyor.
Eğitim, bir toplumun en önemli kamusal meselesi olarak ele alınmalıdır. Ekonomi, derinleşen yoksulluk, toplumsal kutuplaşma, siyaset arenasındaki tüm sorunlar, her biri son derece ciddi meseleler olmasına rağmen, bir şekilde çözülebilir, ancak eğitim yoluyla yaratılan beşeri sermaye, bir ulusun geleceğini belirleyen (ve aslında bahsi geçen tüm o sorunların temel çözüm noktası olacak olan) en kritik yatırımdır. Eğer bu yatırım, ideolojik saplantılara kurban verilir, “ince ayarlarla” manipüle edilirse, ülkenin geleceği tehlikeye atılmış olur.
Sonuçta, eğitim sistemi üzerinde yapılan her bir “oynama”, yarının toplumunu öyle ya da böyle şekillendirecektir; bu yüzden bu kadar önemlidir.
1950'lerden sonra ortaya çıkan Türk İslamcı anlatının ruhunu hatırlarsanız, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin ruhunu da anlamış olursunuz.
Özetle; altmış yıldır konuşulan meseleler, kurulan fanteziler, şimdi, güç yeterince büyükken, “bir denenmek” isteniyor.
İşin en trajik kısmı, çok yüksek ihtimalle bu hikayenin sonu hiç bir kesim için mutlu bitmeyecek. Arzu edilen nesiller bu yeni müfredatla da yetişemeyecek. Çünkü İnternet gerçeği var, kozmopolit kentlerde yaşıyoruz, çocuk yaştan itibaren farklı kültürler bir arada. Öğretmenin söylediğinin kanun sayıldığı devirler çoktan geride kaldı. Kitle iletişim araçları bu kadar güçlüyken, insanlar arası ve ülkeler arası ilişkiler bu kadar yoğunken, iktidarın bu tek tip kimlik oluşturma hayalinin gerçekleşmesi pek de mümkün görünmüyor.
Eğitimdeki bu ve benzeri her tür ideolojik dayatma, kaçınılmaz olarak modern dünyanın gerçeklikleriyle çatışacaktır ve başarısız olmaya mahkumdur.
Geride ise sadece kaybedilen yıllar ve nesiller kalacaktır.
Sadık ÇELİK
[email protected]
Neden eğitim modeli değil de, maarif modeli?
Çünkü 1940'ların ortalarından bu yana İslamcı anlatının süregelen hikayesinde "eğitim" yerine “maarif" ifadesi kullanılır. Nurettin Topçu’nun maarif davası tartıştığımız yeni müfredatın en büyük ilham kaynağıdır. Maarif, yalnızca teknik bilgiye sahip insan yetiştirmekten öte, ahlaklı ve maneviyatına düşkün insan yetiştirmeyi amaçlar. "Bizim milli mektebimiz medresedir," anlayışı buradan gelir.
Peki bir partinin seçim kampanyası sloganının, bir eğitim modelinin ismi olarak kullanılması başlı başına problemli değil midir? Eğitim, farklı görüş ve düşüncelere yer veren, çeşitliliği, çok yönlülüğü, eleştirel düşünceyi destekleyen, sosyal adalet, empati ve toplumsal barışa katkıda bulunacak bireyler yetiştirmeye odaklanan, kapsayıcı bir yapıya sahip olmalıyken bu yeni model, daha en başından kendini bir parti programı gibi konumlandırmış durumda. Eğitim gibi kritik ve nesillere yön verecek bir alanın sadece tek bir siyasi partinin varlığına hizmet eder şekilde kamuoyunun önüne serilmesidurumu için ne kadar kaygı verici desek, az.
Ortada, özgür düşüncenin pekiştirilmesi gibi bir amaç kesinlikle yok, tek bir ideolojinin hükümranlığı için ter dökülüyor adeta.
Yeni müfredat için yapılan eleştirilere yönelik, "Pedagojik kaygılarla değil, ideolojik kaygılarla karşı çıkıyorlar," şeklindeki serzeniş isekendi içinde çelişkiler barındırıyor. Müfredata yöneltilen eleştirilerin ideolojik olup olmadığını sorgulamak şöyle dursun, asıl meselezaten müfredatın kendisinin pedagojik temeller yerine belirgin bir şekilde ideolojik hedeflere oturtulmuş olması değil midir?
Pedagojik kaygılar ikinci plana atılmış, asıl odak noktası ideolojik bir vizyonun peşinden gitmek olmuş zaten.
Eğitim sistemi muhafazakar ideolojik kaygılarla şekillendirildiğinde, her şeyden önce Türkiye'nin zengin kültürel çeşitliliği ve mirası göz ardı edilmiş olur. Bu yaklaşım, ülkenin laik ve demokratik temelleri ile çelişir.
Bütün dünya beceri odaklı eğitime geçerken, bizdeki eğitim sistemi, ideolojik önceliklerle şekillendirilmiş bir yol izliyor. Önümüzdeki yüzyıl, bilim ve teknolojinin durdurulamaz yükselişi, evrensel ve demokratik değerler gözetilmiyor. Dünya çapında bilim ve teknoloji alanında yaşanan baş döndürücü gelişmelerle birlikte ortaya çıkan küresel ölçekteki rekabetçi ortamda, Türk gencinin bundan on beş yıl sonra kendini nasıl konumlandıracağı, nasıl ilerleyebileceği düşünülmüyor. Sadece eğitim vasıtasıyla tek tip bir kimlik yaratılmaya çalışılıyor.
Milli Eğitim Bakanı’nın, “neye itiraz edildiğini anlamadığını”söylemesi ironik. Eğitimin amacı, bireyleri sadece mevcut iktidarın istediği şekilde şekillendirmek olmamalıdır. Eğitim; sorgulayan, eleştiren, ve daha iyi bir toplum yaratma gayreti içinde olan bireyler yetiştirmek için vardır.
Bunun yanı sıra, yeni müfredatın askıda kaldığı süre ve geri bildirim almak üzere kamuoyuna sunulması da tamamen “hikaye”. 67 bin görüş ve önerinin tek tek tasnif edildiği belirtilse de, bu kadar kısa sürede bu itirazların derinlemesine değerlendirilmesinin mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu sadece, ”Bakın biz bunu kamuoyuna açtık, kamuoyundan gelen görüşleri değerlendirdik”, “demokratik bir süreç izliyoruz” algısını yaratmak için yapılan bir tür “müfredatı meşrulaştırma” hamlesiydi, o kadar.
Talim ve Terbiye Kurulu gibi, üyelerinin büyük çoğunluğu imamhatip lisesi ve ilahiyat fakültesi mezunlarından oluşan bir kurum tarafından taslağın hızla kabul edilmesi, bu sürecin ne kadar “yönlendirilmiş” olduğunu gözler önüne seriyor. Bu da, müfredatın eğitimde çeşitliliği ve çok sesliliği destekleyecek şekilde kurgulanmadığını, aksine belli bir ideolojik perspektifi pekiştirmek amacıyla tasarlandığını açıkça gösteriyor.
Eğitim, bir toplumun en önemli kamusal meselesi olarak ele alınmalıdır. Ekonomi, derinleşen yoksulluk, toplumsal kutuplaşma, siyaset arenasındaki tüm sorunlar, her biri son derece ciddi meseleler olmasına rağmen, bir şekilde çözülebilir, ancak eğitim yoluyla yaratılan beşeri sermaye, bir ulusun geleceğini belirleyen (ve aslında bahsi geçen tüm o sorunların temel çözüm noktası olacak olan) en kritik yatırımdır. Eğer bu yatırım, ideolojik saplantılara kurban verilir, “ince ayarlarla” manipüle edilirse, ülkenin geleceği tehlikeye atılmış olur.
Sonuçta, eğitim sistemi üzerinde yapılan her bir “oynama”, yarının toplumunu öyle ya da böyle şekillendirecektir; bu yüzden bu kadar önemlidir.
1950'lerden sonra ortaya çıkan Türk İslamcı anlatının ruhunu hatırlarsanız, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin ruhunu da anlamış olursunuz.
Özetle; altmış yıldır konuşulan meseleler, kurulan fanteziler, şimdi, güç yeterince büyükken, “bir denenmek” isteniyor.
İşin en trajik kısmı, çok yüksek ihtimalle bu hikayenin sonu hiç bir kesim için mutlu bitmeyecek. Arzu edilen nesiller bu yeni müfredatla da yetişemeyecek. Çünkü İnternet gerçeği var, kozmopolit kentlerde yaşıyoruz, çocuk yaştan itibaren farklı kültürler bir arada. Öğretmenin söylediğinin kanun sayıldığı devirler çoktan geride kaldı. Kitle iletişim araçları bu kadar güçlüyken, insanlar arası ve ülkeler arası ilişkiler bu kadar yoğunken, iktidarın bu tek tip kimlik oluşturma hayalinin gerçekleşmesi pek de mümkün görünmüyor.
Eğitimdeki bu ve benzeri her tür ideolojik dayatma, kaçınılmaz olarak modern dünyanın gerçeklikleriyle çatışacaktır ve başarısız olmaya mahkumdur.
Geride ise sadece kaybedilen yıllar ve nesiller kalacaktır.
Sadık ÇELİK
[email protected]
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.