Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Başlıktaki benzetme şairliğiyle de tanınan doktor Hüsrev Hatemi’ye aittir. Yakın günlerde yaptığı bir Facebook paylaşımında, gene kendisi gibi şair ve doktor olan Rahmi Duman’ın Sadeddin Kaynak tarafından bestelenmiş, “Bin hüzün çöktü yine gönlüme akşamla benim / Ülfetim var nice yıldan beridir gamla benim..”, mısralarını paylaşıp şöyle demişti Hüsrev Bey:
“… Bu mısralar 1915-1930 doğumluların hüzün markasına aittir. Bizim nesil bu hüznün dokusuna biraz sentetik elyaf karıştırdı. Şimdiki hüzünler ise akrilik lif oranı yüksek hüzünler…”
Bu paylaşımın tesirinden birkaç gün çıkamadım. Şimdinin hüzünlerine “akrilik lif” lif diyor ya ne doğru! Yani tamamen suni!
Hakikaten gözyaşının bile bileşiminin değiştiği şu günlere nasıl geldiğimizi bilince insan, kahroluyor… Ölen eşinin ardından yazdığı o enfes ağıtta Abdülhak Hamid şöyle dememiş miydi:
Sen öldün; ölüm güzel demektir,
Ölsem yaraşır gamınla her gün!
Tabii bu hüzün markası artık asırlar evveline ait. Bugüne zerresi dahi erişmemiş. Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Mustafa Nafiz Irmak, Ali Haydar Abdullahoğlu, İlham Behlül Pektaş derken yuvarlandığımız güne bakınız! Bir uçurumun dibi değilse nedir?
Hemen her mısraı bestekârları beslemiş olan Mustafa Nafiz Irmak okudum şu son günlerde… “Melankoli” başlığı koyduğu bir şiiri takıldı dilime, şu soğuk gri günlerde devamlı üzerimde durmasını istediğim bir giysi gibi çıkartamıyorum da:
Arıyorken, içimde gözlerini!
Kanayan hislerimle yokluyorum.
Öyle âvâre bir çiçeksin ki!
Seni, hülyalarımda kokluyorum.
Hakaret yok, sitem yok, küfür mü? İması dahi yok! Öyle zarif, öyle nazik, öyle içten ve duyarlı…
O şairler bırakınız karşılık almadığı ânları, ayrılıklarında bile nahiftiler. Sokaklarda zerzevat satarmış. Sonra şair namiyle ünlenmiş bir İlham Behlül Pektaş vardı. Ayrıldığı sevgilisine şöyle demişti:
Sevmiyorum seni artık, gözlerimi geri ver!
Yalanmış hep yeminlerin sözlerimi geri ver!
İsyanı tanımazdım ben seni sevmeden önce;
O en mahzun, o en mahcup yüzlerimi geri ver…
Nasıl bir sevgiyse ve nasıl bittiyse kabulleniyor ve sadece gözlerini istiyor! Ona sevgiyle, aşkla baktığı gözlerini…
Bazan artık böyle kalplerin kalmadığına nedensizce üzülürüm. Zaman kollamadan. Bir de Lemi Özgen var karşıma çıkan, O, üzüntümü hafifletir… Acaba yerinde duruyorlar mı diye bahar gelmeden seyretmeye doyamadığı ağaçları yoklamaya giden bir hassas yürektir Lemi Bey… “Sebep sensin gönülde ihtilâle!” şarkısını dinlediğinde ihtilâl kelimesine hüzünlenen… Gri gökte inadına beyaz olan martıları kollayan…
Geçenlerde yolculadığımız Sevgililer Günü’ne sevgilisiz girmenin hüznüyle şöyle bir şarkı yazmıştım:
Üzgün değilim ayrılığından ki nedensiz,
Artık dilerim başka güzellik sana bensiz!
Gördüm ki hayat var yaşanırmış bile sensiz;
Artık dilerim başka güzellik sana bensiz!
Dünyâ ne kadar boş! Geçer özlemle bu safha,
Birlikte fısıldaştığımız yolları tenha,
Bir hırs ile ettik ya berâberliği imha;
Artık dilerim başka güzellik sana bensiz!
Yeni ayrılmış, yeni yalnız kalmıştım. İçimden böyle gelmişti. Paylaştım. Çok sevdiğim meslek büyüğüm Nursun Erel paylaşımımın altına şu yorumu yapmıştı:
“Bence bu dörtlükleri “ya benimsin ya toprağın” kültürü ile yetişmelerini engellemek için çocuklarımıza öğretmeli..”
Nasıl onurlandım anlatamam! Tekrar okudum yazdıklarımı, hak verdim Nursun Hanım’a… Evet, keşke okutabilsek… Hatta naçiz fikrimi sorarsanız benimkileri en son… Tâ Abdülhak Hamid’ten itibaren Yahya Kemal, Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel, Nahit Hilmi Özeren, Mustafa Nafiz Irmak, Ali Haydar Abdullahoğlu, Rahmi Duman, İlham Behlül Pektaş mısralarını okutup ezberletmeli.. O ipekten hüznü duyumsatmalı ki bugünün akrilik lif oranı yüksek hüznüyle “antidepresan”a sarılmasın gençlerimiz…
“… Bu mısralar 1915-1930 doğumluların hüzün markasına aittir. Bizim nesil bu hüznün dokusuna biraz sentetik elyaf karıştırdı. Şimdiki hüzünler ise akrilik lif oranı yüksek hüzünler…”
Bu paylaşımın tesirinden birkaç gün çıkamadım. Şimdinin hüzünlerine “akrilik lif” lif diyor ya ne doğru! Yani tamamen suni!
Hakikaten gözyaşının bile bileşiminin değiştiği şu günlere nasıl geldiğimizi bilince insan, kahroluyor… Ölen eşinin ardından yazdığı o enfes ağıtta Abdülhak Hamid şöyle dememiş miydi:
Sen öldün; ölüm güzel demektir,
Ölsem yaraşır gamınla her gün!
Tabii bu hüzün markası artık asırlar evveline ait. Bugüne zerresi dahi erişmemiş. Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Mustafa Nafiz Irmak, Ali Haydar Abdullahoğlu, İlham Behlül Pektaş derken yuvarlandığımız güne bakınız! Bir uçurumun dibi değilse nedir?
Hemen her mısraı bestekârları beslemiş olan Mustafa Nafiz Irmak okudum şu son günlerde… “Melankoli” başlığı koyduğu bir şiiri takıldı dilime, şu soğuk gri günlerde devamlı üzerimde durmasını istediğim bir giysi gibi çıkartamıyorum da:
Arıyorken, içimde gözlerini!
Kanayan hislerimle yokluyorum.
Öyle âvâre bir çiçeksin ki!
Seni, hülyalarımda kokluyorum.
Hakaret yok, sitem yok, küfür mü? İması dahi yok! Öyle zarif, öyle nazik, öyle içten ve duyarlı…
O şairler bırakınız karşılık almadığı ânları, ayrılıklarında bile nahiftiler. Sokaklarda zerzevat satarmış. Sonra şair namiyle ünlenmiş bir İlham Behlül Pektaş vardı. Ayrıldığı sevgilisine şöyle demişti:
Sevmiyorum seni artık, gözlerimi geri ver!
Yalanmış hep yeminlerin sözlerimi geri ver!
İsyanı tanımazdım ben seni sevmeden önce;
O en mahzun, o en mahcup yüzlerimi geri ver…
Nasıl bir sevgiyse ve nasıl bittiyse kabulleniyor ve sadece gözlerini istiyor! Ona sevgiyle, aşkla baktığı gözlerini…
Bazan artık böyle kalplerin kalmadığına nedensizce üzülürüm. Zaman kollamadan. Bir de Lemi Özgen var karşıma çıkan, O, üzüntümü hafifletir… Acaba yerinde duruyorlar mı diye bahar gelmeden seyretmeye doyamadığı ağaçları yoklamaya giden bir hassas yürektir Lemi Bey… “Sebep sensin gönülde ihtilâle!” şarkısını dinlediğinde ihtilâl kelimesine hüzünlenen… Gri gökte inadına beyaz olan martıları kollayan…
Geçenlerde yolculadığımız Sevgililer Günü’ne sevgilisiz girmenin hüznüyle şöyle bir şarkı yazmıştım:
Üzgün değilim ayrılığından ki nedensiz,
Artık dilerim başka güzellik sana bensiz!
Gördüm ki hayat var yaşanırmış bile sensiz;
Artık dilerim başka güzellik sana bensiz!
Dünyâ ne kadar boş! Geçer özlemle bu safha,
Birlikte fısıldaştığımız yolları tenha,
Bir hırs ile ettik ya berâberliği imha;
Artık dilerim başka güzellik sana bensiz!
Yeni ayrılmış, yeni yalnız kalmıştım. İçimden böyle gelmişti. Paylaştım. Çok sevdiğim meslek büyüğüm Nursun Erel paylaşımımın altına şu yorumu yapmıştı:
“Bence bu dörtlükleri “ya benimsin ya toprağın” kültürü ile yetişmelerini engellemek için çocuklarımıza öğretmeli..”
Nasıl onurlandım anlatamam! Tekrar okudum yazdıklarımı, hak verdim Nursun Hanım’a… Evet, keşke okutabilsek… Hatta naçiz fikrimi sorarsanız benimkileri en son… Tâ Abdülhak Hamid’ten itibaren Yahya Kemal, Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel, Nahit Hilmi Özeren, Mustafa Nafiz Irmak, Ali Haydar Abdullahoğlu, Rahmi Duman, İlham Behlül Pektaş mısralarını okutup ezberletmeli.. O ipekten hüznü duyumsatmalı ki bugünün akrilik lif oranı yüksek hüznüyle “antidepresan”a sarılmasın gençlerimiz…
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.