Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Hafta başında gazetedeki bir haber Antakya’da 6 Şubat depremlerinde 85 cana mezar olan bir binanın müteahhit ve denetim sorumlusunun, 15 ay sonra serbest kaldığını yazıyordu. Depremin bıraktığı derin acılar bir yana, bilirkişi raporları nedeniyle imar kurallarını ihlal eden suçluların ceza almaması vicdan kanatıyor. Hatay üzerinde oynanan yerel ve merkezi siyasi oyunlar büyük. Geciken ve gerçekleşmeyen adaletle karşılıksız kalan maddi ve manevi kayıpların Hatay halkını bezdirme ve buradan kaçırma tehlikesi var. Hataylılar hala direndiklerini her fırsatla gösteriyor ve dile getiriyor. İş ve destek istiyor. Toprağını sürmeyi, kadim kültür dayanışmasını yeniden canlandırmayı düşlüyor. Kısaca Antakya ve Hatay’ı tümüyle geri istiyor. Ama sanki bu iradeyi kırmak için planlanmış bir karşı direniş var.
Türkiye her köşesiyle özel. Anadolu toprakları ve Trakya hepimize, kurtuluş savaşından kalan son vatan. Antakya veya sonradan benimsenen adıyla Hatay ise Ata’nın ölüm döşeğinde armağan ettiği en son vatan ve korunası bir miras. Bugün ondan kalan birçok mirasın yok edilmeye çalışıldığını gördükçe, ister istemez, Hatay’ın da bu liste içinde yer alıp almadığı akla geliyor. Geçen hafta sonu tesadüfen bana bu satırları yazma ilhamı veren iki değerli Hataylı ile karşılaştım. Onlarla küllenmemiş acı anılar yeniden canlandı. Anlattıklarına dikkatle kulak verdim. Duyduklarımı değerlendirdim. Acılarını yüreğimde hissettim.
Yönünü Kaybeden Antakyalı
İki yeni dosttan biri deprem anını ve gözlerinin önünden kayan yaşamları anlatırken, hayatta kaldıklarının farkında olmadan ölümü yaşadıklarını söylüyor. “Sanki Araf” taydık. Bir deprem değil, kıyametti. Sonrası ise mahşer” diyor. “İki gün içinde kimsenin ölüme, ölüsüne ve kaybına yanacak hali kalmamıştı. Bir taraftan enkaz altında sesini duyduğumuz, ama zamanında imdada koşmayan kurtarma ekiplerinden dolayı kaybettiğimiz canlar, diğer taraftan can yongası olarak kurtarmaya çalıştığımız üç beş parça eşya” diye devam ediyor. “Can pazarında ne olduğunu anlamaya bile vakit yoktu.” Diye ekliyor.
Antakya veya Hatay din ve mezhep farklılıklarını, bugüne kadar, bir çoğul değerler manzumesi olarak kabul edip yaşatan bir yer, aslında Kudüs’ ten de Kudüs bir kutsal bir şehir. Bu başarı, farklı din ve mezhepleri, farklı farklı dillerde yaşayan insanlar ait. Hatay, havasında, suyunda, bereketli toprağında ve en önemlisi özünde çatışma değil, uzlaşma kültürü olan halim selim insanından dolayı hep uyum içinde yaşamış. Ama bölgeye depremden 3 gün sonra ulaşan ilk yardım ekibinin, enkaz altındaki yaralıya, kulaklarına çalınan isimden dolayı yardım etmeyip, ellerine verilen adrese yollanması onları çok incitmiş. 15 aydan sonra enkaz altında göz göre, kulak duya ölen o doktora ve nicelerine üzülmenin üstesinden, yine dinlerince öğütlenen affediciliğe sığınarak gelmeye çalışıyorlar. Ama kadim kültürlerini bölmeye çalışan bağnaz zihniyeti hepsi lanetliyor, “biz böyle değildik. Farklı din ve kültürlerimizi, inanç ve adetlerimizi ortak bir potada öylesine ustalıkla harmanlamıştık ki adlarımızdaki farkı bile anlamazdık. Nasıl yaptılar bunu bize?” diye yaşadıkları duygu şokunu paylaşıyorlar. İnsanlık tarihi kadar eski tarihlerinde, aynı ovayı, ırmağı ve dağı paylaşırken farklarını olduğu gibi kabul eden ve kutsayan insanların kalbi şimdi kırık. İnsanını ayırmaması gereken o yüce devlet depremde neredeydi sorusu akıllarında, yüreklerinde ve dillerinde.
Türkiye son 20 yılda yönünü kaybetti. Bunun en önemli işaretlerinden birini taş üstünde taş bırakmayan Hatay depremi sırasında anladık. Hataylılar harap olan il ve ilçelerinde dolaşırken yön bulmakta da zorlandıklarını söylüyorlar. Antakya hangi yönde? Harbiye ne tarafta? Yeni yürümeyi öğrenen çocuklar gibiler. İş ki yürüyebilecekleri yollar, başlarını sokabilecekleri evler yeniden ve rant hırsı gözetilmeden yapılsın. En önemlisi mümbit topraklarına din ve etnik fark gözeten zararlı tohumlar ekilmesin.
Rant Hırsının Esiri Zihniyet yine Orada mı?
“Devlet henüz gelmemişti. Ama şehir dışından bile gelenlerin talanı hemen başlamıştı” diyorlar. Enkazdan sarkan eldeki altın yüzüğe, bilekteki bileziğe veya saate tamah eden açlık, şimdi, gerçek hak sahiplerinin haklarını gasp etmek için orada. Değerli bir söyleşiye rastladım. Sayın Süveydan[1], 8 Mayıs’ta Antakya’da Bakan Özhaseki’nin “AFAD’ın bildirdiği hak sahipliği sayısı 155 bin civarında. 140 bin kadar konut, 15 bin iş yerini burada yapmak zorundayız. 142 bin bağımsız birimin ihalesini yaptı; ihale süreci devam ediyor.” açıklamasını yorumluyor. İhale yöntemlerine, “hak sahipliği” tespitinin istismara ne kadar açık olduğunu belirtiyor. “Antakya’nın yüzde 85 i depremle yok oldu. Bu eski Antakya’ya göre şehir planlama bakımından pek sakil olan yeni Antakya’nın düzeltilmesi için bir fırsat. Ama haksız kazanç elde etmenin yolu olmamalı” diyor. Bakan’ın 8 Mayıs’ta müjdelediği Pilot Proje uygulamasında yer alan yeni binaların, merkezin hemen dışındaki geniş halkada olduğuna dikkat çekiyor. “Hatay’da Bilimsel Şehircilik ve Planlamaya Aykırı İhaleler İptal Edilmeli!” itirazlarını “ideolojik takıntı olarak niteleyen Bakanın hatalı olduğunu ifade ediyor. “Hangi konuyu neresinden tutacağımızı kestirmenin bile güç olduğu bir hengâmenin içindeyiz. “Ama işe neden önce altyapı ile başlanmaz?” Diye soruyor. Her yağmurda ana arterleri sel altında kalan şehrin önce altyapısının, şehrin su, elektrik ve doğal gaz şebekelerinin yenilenmesine ve yolların altyapı ile birlikte ihyasının önemine dikkat çekiyor. Eğitim tesislerinin, sosyal bağların yeniden filizlenmesini sağlayacak spor ve kültür mekânlarının geliştirilmesi, şehrin iktisadi ve ticari canlanmasını sağlayacak destek ve tedbirlerin düşünülmesi gerektiğini hatırlatıyor. “Oysa şimdi hala siyaset, planlama, kamu yararı, gönüllülük, katılım, mimar, mühendis, mülk sahibi, özetle akla gelen bütün kavramlar ve aktörler duygusal tonu yüklü bir curcuna içinde dönüp duruyor” diye ekliyor. “Afet sonrası yeniden inşa çalışmaları her zaman tartışmalara neden olur. Ama kavramların ve aktörlerin böylesine karıştığı bir dönem belki de hiç yaşanmamıştır.” dedikten sonra, Bakanlığın Rezerv Alan kararını da sorguluyor. Antakya’nın yeniden ayağa kalkması için özel bir planlamanın gerekliliğini ve sürecin özerk bir kamu kurumu tarafından şeffaf bir şekilde yönetilmesinin meşruiyet için gerekli ön koşul olduğunu ifade ediyor.
O Taşlar Yeniden Yerine Konmalı
Yorgun ve bezgin Antakyalıların (Hataylılar demeye tercih ediyor), bilgi talebinde bulunamamasını eleştiriyor. Hak sahiplerinin ve özellikle kiracıların resmi süreçlerden haberi olmadığını belirtiyor. Bu durumun istismara ne kadar açık olduğunu hatırlatıyor. O zaman yapılması gereken şeyin, alelacele konut inşaatına başlamadan önce, toprak ve zemin analizlerinin ve en uygun şehir alt yapısının yapılması olduğunu vurguluyor. Yeni mülklerin nasıl, hangi sırayla, kimlere ve hangi koşullarla tahsis edileceğini soruyor. Depremin ardından yapılan hoyrat enkaz kaldırma süreciyle sadece tarihi bölgede değil şimdi yıkılmış olan Yeni Antakya’da da sokakların ve kentsel peyzajın yok olduğunu, şimdi neredeyse olmayan şehrin yerinde yeni bir yaşam yeşertirken nelere özen gösterilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Sayın Süveydan can alıcı bir başka konuya daha parmak basıyor. Bu konu Suriyeli göçmen ve mültecilerin yeni nüfus dönüşümünde nasıl etki yaratacağı. Yeni Antakya’nın sakinleri kim olacak sorusu aynı endişenin uzantısı. “Halkımıza hizmet getiriyoruz” sloganı eğer yerel halkın Suriyelilerle ikamesine zemin hazırlıyorsa, Antakya halkı bunu istemiyor. Reyhanlı’da tarımda çalışan Suriyelilerin Hatay’ın kalbinde yeri olmadığı düşünülüyor. Hatay’ı koruyamamanın en büyük bedeli ise “ava giden avlanır” hesabı şimdi kısmen Türkiye’nin işgali altında olan Kuzey Suriye’ye kaybedilme olasılığı. Bu tehlike Hataylıyı ürkütüyor. Bir an önce Türkiye’nin Kuzey Suriye’den çıkması ve Suriyelilerin ülkelerine dönmesi tek çözüm. Bu Hatay’ın, Antakya’nın ve Türkiye’nin güvenliği için önemli. Sınır taşları yerlerine yeniden konmalı; Sınır çizgisi yeniden çizilmeli.
İki yeni dosttan biri deprem anını ve gözlerinin önünden kayan yaşamları anlatırken, hayatta kaldıklarının farkında olmadan ölümü yaşadıklarını söylüyor. “Sanki Araf” taydık. Bir deprem değil, kıyametti. Sonrası ise mahşer” diyor. “İki gün içinde kimsenin ölüme, ölüsüne ve kaybına yanacak hali kalmamıştı. Bir taraftan enkaz altında sesini duyduğumuz, ama zamanında imdada koşmayan kurtarma ekiplerinden dolayı kaybettiğimiz canlar, diğer taraftan can yongası olarak kurtarmaya çalıştığımız üç beş parça eşya” diye devam ediyor. “Can pazarında ne olduğunu anlamaya bile vakit yoktu.” Diye ekliyor.
Antakya veya Hatay din ve mezhep farklılıklarını, bugüne kadar, bir çoğul değerler manzumesi olarak kabul edip yaşatan bir yer, aslında Kudüs’ ten de Kudüs bir kutsal bir şehir. Bu başarı, farklı din ve mezhepleri, farklı farklı dillerde yaşayan insanlar ait. Hatay, havasında, suyunda, bereketli toprağında ve en önemlisi özünde çatışma değil, uzlaşma kültürü olan halim selim insanından dolayı hep uyum içinde yaşamış. Ama bölgeye depremden 3 gün sonra ulaşan ilk yardım ekibinin, enkaz altındaki yaralıya, kulaklarına çalınan isimden dolayı yardım etmeyip, ellerine verilen adrese yollanması onları çok incitmiş. 15 aydan sonra enkaz altında göz göre, kulak duya ölen o doktora ve nicelerine üzülmenin üstesinden, yine dinlerince öğütlenen affediciliğe sığınarak gelmeye çalışıyorlar. Ama kadim kültürlerini bölmeye çalışan bağnaz zihniyeti hepsi lanetliyor, “biz böyle değildik. Farklı din ve kültürlerimizi, inanç ve adetlerimizi ortak bir potada öylesine ustalıkla harmanlamıştık ki adlarımızdaki farkı bile anlamazdık. Nasıl yaptılar bunu bize?” diye yaşadıkları duygu şokunu paylaşıyorlar. İnsanlık tarihi kadar eski tarihlerinde, aynı ovayı, ırmağı ve dağı paylaşırken farklarını olduğu gibi kabul eden ve kutsayan insanların kalbi şimdi kırık. İnsanını ayırmaması gereken o yüce devlet depremde neredeydi sorusu akıllarında, yüreklerinde ve dillerinde.
Türkiye son 20 yılda yönünü kaybetti. Bunun en önemli işaretlerinden birini taş üstünde taş bırakmayan Hatay depremi sırasında anladık. Hataylılar harap olan il ve ilçelerinde dolaşırken yön bulmakta da zorlandıklarını söylüyorlar. Antakya hangi yönde? Harbiye ne tarafta? Yeni yürümeyi öğrenen çocuklar gibiler. İş ki yürüyebilecekleri yollar, başlarını sokabilecekleri evler yeniden ve rant hırsı gözetilmeden yapılsın. En önemlisi mümbit topraklarına din ve etnik fark gözeten zararlı tohumlar ekilmesin.
Rant Hırsının Esiri Zihniyet yine Orada mı?
“Devlet henüz gelmemişti. Ama şehir dışından bile gelenlerin talanı hemen başlamıştı” diyorlar. Enkazdan sarkan eldeki altın yüzüğe, bilekteki bileziğe veya saate tamah eden açlık, şimdi, gerçek hak sahiplerinin haklarını gasp etmek için orada. Değerli bir söyleşiye rastladım. Sayın Süveydan[1], 8 Mayıs’ta Antakya’da Bakan Özhaseki’nin “AFAD’ın bildirdiği hak sahipliği sayısı 155 bin civarında. 140 bin kadar konut, 15 bin iş yerini burada yapmak zorundayız. 142 bin bağımsız birimin ihalesini yaptı; ihale süreci devam ediyor.” açıklamasını yorumluyor. İhale yöntemlerine, “hak sahipliği” tespitinin istismara ne kadar açık olduğunu belirtiyor. “Antakya’nın yüzde 85 i depremle yok oldu. Bu eski Antakya’ya göre şehir planlama bakımından pek sakil olan yeni Antakya’nın düzeltilmesi için bir fırsat. Ama haksız kazanç elde etmenin yolu olmamalı” diyor. Bakan’ın 8 Mayıs’ta müjdelediği Pilot Proje uygulamasında yer alan yeni binaların, merkezin hemen dışındaki geniş halkada olduğuna dikkat çekiyor. “Hatay’da Bilimsel Şehircilik ve Planlamaya Aykırı İhaleler İptal Edilmeli!” itirazlarını “ideolojik takıntı olarak niteleyen Bakanın hatalı olduğunu ifade ediyor. “Hangi konuyu neresinden tutacağımızı kestirmenin bile güç olduğu bir hengâmenin içindeyiz. “Ama işe neden önce altyapı ile başlanmaz?” Diye soruyor. Her yağmurda ana arterleri sel altında kalan şehrin önce altyapısının, şehrin su, elektrik ve doğal gaz şebekelerinin yenilenmesine ve yolların altyapı ile birlikte ihyasının önemine dikkat çekiyor. Eğitim tesislerinin, sosyal bağların yeniden filizlenmesini sağlayacak spor ve kültür mekânlarının geliştirilmesi, şehrin iktisadi ve ticari canlanmasını sağlayacak destek ve tedbirlerin düşünülmesi gerektiğini hatırlatıyor. “Oysa şimdi hala siyaset, planlama, kamu yararı, gönüllülük, katılım, mimar, mühendis, mülk sahibi, özetle akla gelen bütün kavramlar ve aktörler duygusal tonu yüklü bir curcuna içinde dönüp duruyor” diye ekliyor. “Afet sonrası yeniden inşa çalışmaları her zaman tartışmalara neden olur. Ama kavramların ve aktörlerin böylesine karıştığı bir dönem belki de hiç yaşanmamıştır.” dedikten sonra, Bakanlığın Rezerv Alan kararını da sorguluyor. Antakya’nın yeniden ayağa kalkması için özel bir planlamanın gerekliliğini ve sürecin özerk bir kamu kurumu tarafından şeffaf bir şekilde yönetilmesinin meşruiyet için gerekli ön koşul olduğunu ifade ediyor.
O Taşlar Yeniden Yerine Konmalı
Yorgun ve bezgin Antakyalıların (Hataylılar demeye tercih ediyor), bilgi talebinde bulunamamasını eleştiriyor. Hak sahiplerinin ve özellikle kiracıların resmi süreçlerden haberi olmadığını belirtiyor. Bu durumun istismara ne kadar açık olduğunu hatırlatıyor. O zaman yapılması gereken şeyin, alelacele konut inşaatına başlamadan önce, toprak ve zemin analizlerinin ve en uygun şehir alt yapısının yapılması olduğunu vurguluyor. Yeni mülklerin nasıl, hangi sırayla, kimlere ve hangi koşullarla tahsis edileceğini soruyor. Depremin ardından yapılan hoyrat enkaz kaldırma süreciyle sadece tarihi bölgede değil şimdi yıkılmış olan Yeni Antakya’da da sokakların ve kentsel peyzajın yok olduğunu, şimdi neredeyse olmayan şehrin yerinde yeni bir yaşam yeşertirken nelere özen gösterilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Sayın Süveydan can alıcı bir başka konuya daha parmak basıyor. Bu konu Suriyeli göçmen ve mültecilerin yeni nüfus dönüşümünde nasıl etki yaratacağı. Yeni Antakya’nın sakinleri kim olacak sorusu aynı endişenin uzantısı. “Halkımıza hizmet getiriyoruz” sloganı eğer yerel halkın Suriyelilerle ikamesine zemin hazırlıyorsa, Antakya halkı bunu istemiyor. Reyhanlı’da tarımda çalışan Suriyelilerin Hatay’ın kalbinde yeri olmadığı düşünülüyor. Hatay’ı koruyamamanın en büyük bedeli ise “ava giden avlanır” hesabı şimdi kısmen Türkiye’nin işgali altında olan Kuzey Suriye’ye kaybedilme olasılığı. Bu tehlike Hataylıyı ürkütüyor. Bir an önce Türkiye’nin Kuzey Suriye’den çıkması ve Suriyelilerin ülkelerine dönmesi tek çözüm. Bu Hatay’ın, Antakya’nın ve Türkiye’nin güvenliği için önemli. Sınır taşları yerlerine yeniden konmalı; Sınır çizgisi yeniden çizilmeli.
[1] Şerif Süveydan “Depremin 15. Ayında Antakya’da Ahval ve Şerait” “15 Mayıs 2024
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.