Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
“Balkona, çarşafının siyah pelerinini omuzuna atmış, başı siyah atkılı genç bir kadın ilerledi. Halide Edip Hanım. Aydın bir kadın, bir kalem ve fikir insanı. İlk cümlesi şu oldu:
“-Gecenin en karanlık ve ebedî gibi göründüğü zaman, gün ışığının en yakın olduğu andır.
“Deniz birden dalgalandı. Birden coştu. Eğer halk denizi coşar ve dalgalanırsa, bundan daha azametli bir manzara düşünülemez. Balkonun önündeki saha ve halk kalabalığının önü, kadınlar tarafından tutulmuştu. Bunların içten ve toplu hıçkırıkları havaya yükseliyordu. Meydanın her tarafından bağıranlar, ağlayanlar, ant içenler, üstlerini başlarını yırtanlar, hulâsa İstanbul’un bağrı ve ruhu bu meydanda dile gelmiş gibiydi.
“6 Haziran 1919’da İstanbul Türkü, Sultanahmet Meydanı’nda, bir tek vücut gibiydi. Sultanahmet minarelerinde, kubbelerinde kırmızı, siyah bayraklar; hem ümit hem yasın dalgalanışı gibi havada uçuşuyorlardı. Minarelerin şerefelerinden, güzel sesli hafızlar grup grup salâ veriyorlardı. Meydan inliyordu. Daha miting başlamadan bile, hatta artık bir konuşan olmasa da, bu insanlar, neler söylenmek, neler düşünmek ve nelere karar vermek lazım geldiğini bir bir ve aynı kin ve iman içinde anlamış, sözleşmiş gibiydiler.
“Halide Edip kürsüde görününce; deniz, büyük ve kudretli deniz gene coştu:
“-Kardeşlerim, ben görünmeyen fakat yenilmez ruhlara hitap ediyorum. Kardeşler evlatlar, size dünyanın verdiği hükmü dinleyiniz: Avrupa devletlerinin saldırı siyaseti, hıyanetle ve haksız olarak Türkiye’ye çevrilmiştir. Eğer ayda ve yıldızlarda da Türk ve Müslüman olduğunu bilseler, istila ordularını oralara da gönderirler….”
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam kitabında, İstanbul’un, ilk işgali sonrasındaki o muhteşem mitingi böyle anlatır.
Mitingden sonra halkın isteğini bildirmek için Halide Edip ile bir heyet, Yıldız Saray’ına Vahdettin ile görüşmeye gider. Ama “Zat-ı Şahane rahatsızdırlar ve sizleri kabul edemeyeceklerdir.” karşılığını aldıktan sonra bir daha böyle bir ziyarette bulunmazlar.
İtilaf devletlerinin 61 harp gemisinden oluşan donanması, 13 Kasım 1918 günü İstanbul önlerinde demirledi. 11 harp gemisi ile bir Yunan zırhlısının da katılmasıyla, İstanbul önlerinde demirleyen gemi sayısı 73 oldu. Çoğu İngiliz 3626 asker karaya çıktı. İstanbul’da resmi ve gayri resmi binalara yerleştirildiler.
Beyoğlu ve Rumeli yakası İngilizler, İstanbul yakası Fransızlar ve Anadolu yakası, İtalyanların kontrolüne bırakılmıştı. İtilaf donanmasının İstanbul önlerine demirlediğini, Haydarpaşa Garı’na geldiğinde gören Atatürk, ünlü “Geldikleri gibi giderler!” sözünü söyledi.
16 Mart 1920’de, İstanbul, ikinci kez işgal edildi ve idareye el konuldu.
İşgal üç yıl sürdü.
İzmir’in alınmasından sonra, 4 Ekim 1923’te diplomatik girişimlerle, itilaf birlikleri İstanbul’dan ayrıldı. 6 Ekim 1923’te tören eşliğinde Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birlikleri şehre girdi ve işgal resmen sona erdi.
“İngilizler Padişah ve Bab-ı Ali’nin emirlerine boyun eğdiklerini görünce Türkiye’de işlerinin kolayca çözümleneceği inancına varmışlardı. Padişah vatansever İzzet Paşa kabinesi çekildiği gün Dolmabahçe Camii’ndeki selamlık töreninde Bahriye Nazırı Rauf Bey’e (Orbay):
“-Millet bir koyun sürüsüdür. Ona bir çoban lazımdır. O da benim.
“demişti. İngiliz uşağı gözü ile bakılan Damat Ferit Paşa’ya sadrazamlık vermiştir. İngilizler Türk ordusunu diledikleri gibi kullanmak için yirmi beş ordu ve kolordu komutanını geri çağırtmışlar, bazılarını da tutuklamışlardı.”
Falih Rıfkı Atay Çankaya kitabında, Padişah ve hükümetinin işgal karşısında işbirlikçi tavırlarını, Ankara’nın yenilmesi için verdikleri mücadeleyi birçok örnekle anlatır.
16 Mart 1920’de, Harbiye, Bahriye bakanlıkları, telgraf merkezleri, Türk Ocağı ve diğer kurumlar ele geçirildi. İşgal, Şehzadebaşı Karakolu’nun basılmasıyla başladı. Orada 6 şehit verildi, 15 asker yaralandı. Yabancı askerler her tarafta kaba, sert davrandı. Yabancı kuvvetler, Harbiye Bakanı Fevzi Çakmak Paşa’nın odasına kadar girerek, süngülerini ona çevirdiler. Oysa Fevzi Paşa o tarihte Ankara’daki milli hareketin aleyhindeydi.
Aydemir, Tek Adam’da, Fevzi Çakmak’ın, işgalden sonra, aleyhinde çalıştığı Ankara’ya gelme kararı vermesinden sonra onu Atatürk’ün kabul etmesini sağlayan kişinin Ali Fuat Cebesoy olduğunu belirtir.
23 Nisan 1920’de yeni açılmış olan Meclis başkanlığa Mustafa Kemal’i seçti.
27 Nisan 1920’de Mustafa Kemal birçok milletvekili ile Fevzi Çakmak’ı istasyonda törenle karşıladı ve birlikte Büyük Millet Meclisi’ne gittiler.
Aydemir, Fevzi Çakmak’ın, o gün, Meclis’te, tarihi bir konuşma yaptığını ve İstanbul’un ne durumda olduğunu anlattığını ifade eder.
“Fevzi Paşa nutkunda, mütareke fenalıklarını, 16 Mart’ta İstanbul’un işgal edilerek, kendi Nazırlık odasına kadar süngülü İngiliz neferlerinin nasıl sokulduğunu, göğsüne süngüler dayanmış bir Harbiye Nazırı olarak İstanbul’un artık bir hilafet makamı olma vasfını kaybettiğini gördüğünü, acıyla nakletti. Ondan sonra Harbiye Nezareti’nden çıkarken, saf tutmuş 400 İngiliz arasından geçilerek Babıâli’ye götürüldüğünü, İngilizlerin selamlık resmine bile asker bırakmak istemediklerini söyledi.
“-İngilizlerin istediği, Kuva-yı Milliye’nin ret ve takbihiydi (kınama). Biz de Kuva-yı Milliye’nin, haksız işgallerden ve Yunanlıların İzmir ve Aydın mezaliminden meydana geldiğini ve haklı müdafaayı reddetmenin milletimize karşı hıyanet teşkil edeceğini, bunu yapamayacağımızı söylüyorduk. (Sürekli alkışlar)
“Sonra İngilizlerin maksatlarını ve tertiplerini anlattı.
“-Bir İngiliz neferinin bile burnu kanamadan, bizi bize kırdırmak istiyorlardı. Malumunuz olan hatt-ı hümayunlar, fetvalar İslamı birbirine düşürmek için misli görülmemiş bir İngiliz fitnesi, acı birer vesikadır. Fakat Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim ki, birçok şeylerde ve mesela Çanakkale’de aldandıkları gibi, bunda da aldanacaklardır.
“Bu beyanlar, Meclisçe heyecanla alkışlandı. Fevzi Paşa’nın sözleri bitince Mustafa Kemal bir teklifte bulundu. Bu beyanat basılmalı, bütün memleket ve orduya dağıtılmalıydı. Böylece de, beyanatın tamamı basılarak bütün Anadolu’ya dağıtıldı.”
“Şişli’deki evimde vaziyeti düşünüyordum. İstanbul sokakları itilaf askerlerinin süngülü askerleri ile doluydu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman harp gemileri ile mavi suları görünmeyecek kadar örtülmüştü. Herkes ancak gündelik ihtiyaçları için evlerinden çıkıyor, yollarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek ve korkarak gelip gidiyordu. Her türlü ihtiyatlara rağmen her türlü saldırı ve sataşma sahneleri gene eksik değildi. Koskoca İstanbul ve yüz binlerce halkın sesleri kısılmış bir haldeydi. Çok şaşılacak şeydir ki ayaklar altında çiğnenen bu şehirde hâlâ bir saltanat, bir hükümet, bir varlık bulunduğunu sananlar vardı.”
Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında, Atatürk’ten bu izlenimlerini yazarken, diğer yandan Beyoğlu’ndaki İngiliz karargâhında görev yapan Yüzbaşı Armstrong’dan işgalin arkasındaki düşünceleri aktarır.
Armstrong’a göre, şark işlerini bilmeyen Lloyd George’u güden duygu ve düşünce, “Gladstone gibi Türk düşmanlığıydı”. Eski İngiliz Başbakan Gladstone, 1876’da yazdığı bir broşürde, “Türklerin dünyadan tasfiye edilmesi gerektiğini” söylemişti.
“Lloyd George’a göre, Yunanistan büyümeli, İngiltere ile yeni büyük Yunanistan’ın menfaatleri birleştirilmeliydi. Lloyd George’un bilgisi, eski Yunanistan’ın şairleri ve filozoflarından ibaretti. Venizelos’un etkisinde kalan Lloyd George’a göre Yunanistan, Avrupa ve Anadolu’da eski şanına, şerefine kavuşacak, Boğazları Avrupa’ya açık tutacak, Akdeniz’de İngiltere ile beraber yürüyecekti. Yunanistan oyunbozanlığa kalkarsa, İngiltere donanması onu uslandırmaya yeterdi. Lloyd George’un aldandığı nokta, Yunanlıların kendilerine verilen görevi başarabilecek güçte olmadığıydı. Buna rağmen Padişah ve hükümeti, İngilizler gibi Yunanlıların, Ankara Hükümeti’ni devirmesini bekliyordu.”
“-Gecenin en karanlık ve ebedî gibi göründüğü zaman, gün ışığının en yakın olduğu andır.
“Deniz birden dalgalandı. Birden coştu. Eğer halk denizi coşar ve dalgalanırsa, bundan daha azametli bir manzara düşünülemez. Balkonun önündeki saha ve halk kalabalığının önü, kadınlar tarafından tutulmuştu. Bunların içten ve toplu hıçkırıkları havaya yükseliyordu. Meydanın her tarafından bağıranlar, ağlayanlar, ant içenler, üstlerini başlarını yırtanlar, hulâsa İstanbul’un bağrı ve ruhu bu meydanda dile gelmiş gibiydi.
“6 Haziran 1919’da İstanbul Türkü, Sultanahmet Meydanı’nda, bir tek vücut gibiydi. Sultanahmet minarelerinde, kubbelerinde kırmızı, siyah bayraklar; hem ümit hem yasın dalgalanışı gibi havada uçuşuyorlardı. Minarelerin şerefelerinden, güzel sesli hafızlar grup grup salâ veriyorlardı. Meydan inliyordu. Daha miting başlamadan bile, hatta artık bir konuşan olmasa da, bu insanlar, neler söylenmek, neler düşünmek ve nelere karar vermek lazım geldiğini bir bir ve aynı kin ve iman içinde anlamış, sözleşmiş gibiydiler.
“Halide Edip kürsüde görününce; deniz, büyük ve kudretli deniz gene coştu:
“-Kardeşlerim, ben görünmeyen fakat yenilmez ruhlara hitap ediyorum. Kardeşler evlatlar, size dünyanın verdiği hükmü dinleyiniz: Avrupa devletlerinin saldırı siyaseti, hıyanetle ve haksız olarak Türkiye’ye çevrilmiştir. Eğer ayda ve yıldızlarda da Türk ve Müslüman olduğunu bilseler, istila ordularını oralara da gönderirler….”
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam kitabında, İstanbul’un, ilk işgali sonrasındaki o muhteşem mitingi böyle anlatır.
Mitingden sonra halkın isteğini bildirmek için Halide Edip ile bir heyet, Yıldız Saray’ına Vahdettin ile görüşmeye gider. Ama “Zat-ı Şahane rahatsızdırlar ve sizleri kabul edemeyeceklerdir.” karşılığını aldıktan sonra bir daha böyle bir ziyarette bulunmazlar.
“Geldikleri gibi giderler!”
İtilaf devletlerinin 61 harp gemisinden oluşan donanması, 13 Kasım 1918 günü İstanbul önlerinde demirledi. 11 harp gemisi ile bir Yunan zırhlısının da katılmasıyla, İstanbul önlerinde demirleyen gemi sayısı 73 oldu. Çoğu İngiliz 3626 asker karaya çıktı. İstanbul’da resmi ve gayri resmi binalara yerleştirildiler.
Beyoğlu ve Rumeli yakası İngilizler, İstanbul yakası Fransızlar ve Anadolu yakası, İtalyanların kontrolüne bırakılmıştı. İtilaf donanmasının İstanbul önlerine demirlediğini, Haydarpaşa Garı’na geldiğinde gören Atatürk, ünlü “Geldikleri gibi giderler!” sözünü söyledi.
16 Mart 1920’de, İstanbul, ikinci kez işgal edildi ve idareye el konuldu.
İşgal üç yıl sürdü.
İzmir’in alınmasından sonra, 4 Ekim 1923’te diplomatik girişimlerle, itilaf birlikleri İstanbul’dan ayrıldı. 6 Ekim 1923’te tören eşliğinde Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birlikleri şehre girdi ve işgal resmen sona erdi.
“Millet bir koyun sürüsü”
“İngilizler Padişah ve Bab-ı Ali’nin emirlerine boyun eğdiklerini görünce Türkiye’de işlerinin kolayca çözümleneceği inancına varmışlardı. Padişah vatansever İzzet Paşa kabinesi çekildiği gün Dolmabahçe Camii’ndeki selamlık töreninde Bahriye Nazırı Rauf Bey’e (Orbay):
“-Millet bir koyun sürüsüdür. Ona bir çoban lazımdır. O da benim.
“demişti. İngiliz uşağı gözü ile bakılan Damat Ferit Paşa’ya sadrazamlık vermiştir. İngilizler Türk ordusunu diledikleri gibi kullanmak için yirmi beş ordu ve kolordu komutanını geri çağırtmışlar, bazılarını da tutuklamışlardı.”
Falih Rıfkı Atay Çankaya kitabında, Padişah ve hükümetinin işgal karşısında işbirlikçi tavırlarını, Ankara’nın yenilmesi için verdikleri mücadeleyi birçok örnekle anlatır.
16 Mart 1920’de, Harbiye, Bahriye bakanlıkları, telgraf merkezleri, Türk Ocağı ve diğer kurumlar ele geçirildi. İşgal, Şehzadebaşı Karakolu’nun basılmasıyla başladı. Orada 6 şehit verildi, 15 asker yaralandı. Yabancı askerler her tarafta kaba, sert davrandı. Yabancı kuvvetler, Harbiye Bakanı Fevzi Çakmak Paşa’nın odasına kadar girerek, süngülerini ona çevirdiler. Oysa Fevzi Paşa o tarihte Ankara’daki milli hareketin aleyhindeydi.
Fevzi Çakmak’ın gözünden işgal
Aydemir, Tek Adam’da, Fevzi Çakmak’ın, işgalden sonra, aleyhinde çalıştığı Ankara’ya gelme kararı vermesinden sonra onu Atatürk’ün kabul etmesini sağlayan kişinin Ali Fuat Cebesoy olduğunu belirtir.
23 Nisan 1920’de yeni açılmış olan Meclis başkanlığa Mustafa Kemal’i seçti.
27 Nisan 1920’de Mustafa Kemal birçok milletvekili ile Fevzi Çakmak’ı istasyonda törenle karşıladı ve birlikte Büyük Millet Meclisi’ne gittiler.
Aydemir, Fevzi Çakmak’ın, o gün, Meclis’te, tarihi bir konuşma yaptığını ve İstanbul’un ne durumda olduğunu anlattığını ifade eder.
“Fevzi Paşa nutkunda, mütareke fenalıklarını, 16 Mart’ta İstanbul’un işgal edilerek, kendi Nazırlık odasına kadar süngülü İngiliz neferlerinin nasıl sokulduğunu, göğsüne süngüler dayanmış bir Harbiye Nazırı olarak İstanbul’un artık bir hilafet makamı olma vasfını kaybettiğini gördüğünü, acıyla nakletti. Ondan sonra Harbiye Nezareti’nden çıkarken, saf tutmuş 400 İngiliz arasından geçilerek Babıâli’ye götürüldüğünü, İngilizlerin selamlık resmine bile asker bırakmak istemediklerini söyledi.
“-İngilizlerin istediği, Kuva-yı Milliye’nin ret ve takbihiydi (kınama). Biz de Kuva-yı Milliye’nin, haksız işgallerden ve Yunanlıların İzmir ve Aydın mezaliminden meydana geldiğini ve haklı müdafaayı reddetmenin milletimize karşı hıyanet teşkil edeceğini, bunu yapamayacağımızı söylüyorduk. (Sürekli alkışlar)
“Sonra İngilizlerin maksatlarını ve tertiplerini anlattı.
“-Bir İngiliz neferinin bile burnu kanamadan, bizi bize kırdırmak istiyorlardı. Malumunuz olan hatt-ı hümayunlar, fetvalar İslamı birbirine düşürmek için misli görülmemiş bir İngiliz fitnesi, acı birer vesikadır. Fakat Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim ki, birçok şeylerde ve mesela Çanakkale’de aldandıkları gibi, bunda da aldanacaklardır.
“Bu beyanlar, Meclisçe heyecanla alkışlandı. Fevzi Paşa’nın sözleri bitince Mustafa Kemal bir teklifte bulundu. Bu beyanat basılmalı, bütün memleket ve orduya dağıtılmalıydı. Böylece de, beyanatın tamamı basılarak bütün Anadolu’ya dağıtıldı.”
Atatürk’ün gözünden işgal
“Şişli’deki evimde vaziyeti düşünüyordum. İstanbul sokakları itilaf askerlerinin süngülü askerleri ile doluydu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman harp gemileri ile mavi suları görünmeyecek kadar örtülmüştü. Herkes ancak gündelik ihtiyaçları için evlerinden çıkıyor, yollarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek ve korkarak gelip gidiyordu. Her türlü ihtiyatlara rağmen her türlü saldırı ve sataşma sahneleri gene eksik değildi. Koskoca İstanbul ve yüz binlerce halkın sesleri kısılmış bir haldeydi. Çok şaşılacak şeydir ki ayaklar altında çiğnenen bu şehirde hâlâ bir saltanat, bir hükümet, bir varlık bulunduğunu sananlar vardı.”
Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında, Atatürk’ten bu izlenimlerini yazarken, diğer yandan Beyoğlu’ndaki İngiliz karargâhında görev yapan Yüzbaşı Armstrong’dan işgalin arkasındaki düşünceleri aktarır.
Armstrong’a göre, şark işlerini bilmeyen Lloyd George’u güden duygu ve düşünce, “Gladstone gibi Türk düşmanlığıydı”. Eski İngiliz Başbakan Gladstone, 1876’da yazdığı bir broşürde, “Türklerin dünyadan tasfiye edilmesi gerektiğini” söylemişti.
“Lloyd George’a göre, Yunanistan büyümeli, İngiltere ile yeni büyük Yunanistan’ın menfaatleri birleştirilmeliydi. Lloyd George’un bilgisi, eski Yunanistan’ın şairleri ve filozoflarından ibaretti. Venizelos’un etkisinde kalan Lloyd George’a göre Yunanistan, Avrupa ve Anadolu’da eski şanına, şerefine kavuşacak, Boğazları Avrupa’ya açık tutacak, Akdeniz’de İngiltere ile beraber yürüyecekti. Yunanistan oyunbozanlığa kalkarsa, İngiltere donanması onu uslandırmaya yeterdi. Lloyd George’un aldandığı nokta, Yunanlıların kendilerine verilen görevi başarabilecek güçte olmadığıydı. Buna rağmen Padişah ve hükümeti, İngilizler gibi Yunanlıların, Ankara Hükümeti’ni devirmesini bekliyordu.”
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.