Siyaset risk alma sanatıdır
Zor meseleler ancak risk alınarak çözülür. Risk almak ise cesaret gerektirir. Sokrates, senin almaya cesaret edemediğin riskleri alanlar, senin yaşamak istediğin hayatı yaşarlar, diyor. Cesaret gösterenler, sorumlu makamlardaysalar, başarılı olduklarında büyük değişimlere imza atar ve tarihe mal olurlar. Bu yüzden bazı meseleler var ki risk almadan çözülemez. Bunun için de cesaret gerekir. Türkiye’nin ise eskiden beri çözüm bekleyen iki zor meselesi vardır. Bunların çözümü ülkenin ileri gitmesi için çok önemli, çünkü bu sorunlar diğer birçok sorunun da kaynağı haline gelmiş durumda.
Ne ki, devlet, bunları sorun olarak görüp çözmek yerine onları güvenlikçi anlayışla ezip yok etme yoluna gitti. Bu da sorunları çözmek bir yana daha da büyüttü. Bu minvalde eskiden beri devletin arşivlerinde zaman zaman yerleri ve sıraları değişse de iki büyük tehlike! dile getiriliyor. Bunlardan biri bölücülük, öbürü ise irtica olarak kodlanmış durumda.
Bu sorunlar kimi zaman siyasi partiler tarafından beka adı altında kendi iktidarlarını daim etmek için kullanılıyor. Nitekim ikinci tehlikeyi yaratacak diye beklenen ideolojik yapının temsilcileri bugün iktidarda ve ne gariptir ki iktidarını daim etmek için MHP ile bütünleşerek birincisini kullanıyorlar. Bir başka gariplik de şudur ki CHP seçmenin bir kısmına da bu iki endişe hâkim. Son zamanlarda moda deyimle bunlara endişeli modernler deniliyor. (Ülke bölünecek ya da ülkeye şeriat gelecek diye endişeleniyorlar.)
İşte şimdi Kılıçdaroğlu bu iki endişeye parmak basıyor bunları gidermek için çaba sarf ediyor. Cesur bir atakla bu sorunları çözeceğini söylüyor. Cesaret de burada devreye giriyor zaten. Derin devlete ve kendi tabanının (en azından bir kısmana rağmen) bu sorunların üstüne gitmesi gerçekten cesaret ister. Maksadı tam hasıl etmese de (biraz sonra değinileceğimiz gibi Kürt sorunuyla ilgili) helâlleşeme böyle bir çıkıştı. O yüzden hem bazı partililerden hem de şimdi artık değiştirmeye gelmiş olduğu devletle bütünleşen AKP iktidarı ve onun küçük ortakları (Bahçeli ve Perinçek) tarafından da epey eleştirildi. Kılıçdaroğlu şimdi de iyi bir zamanlama ile başka bir netameli konuda çıkış yaptı: Başörtüsü.
Kılıçdaroğlu’nun videolu çıkışı
Kılıçdaroğlu bir video yayınlayarak başörtüsü meselesini yasal güvenceye bağlayacaklarını açıkladı. Yaratılan beklentinin söylenenle karşılanmadığı şeklindeki eleştirilerin yansıra açıklamadan sonra hem partinin bazı kesimlerinden hem de iktidar cenahından eleştiriler geldi. Bazı CHP’liler ve CHP’ye yakın kanallar başörtüsü ile ilgili verilen yasa tasarısını sorunlu bularak eleştirdi. Onlara göre zaten böyle bir sorun yok, de fakto çözüldü, ayrıca verilen yasa tasarısında kamusal alana da başörtüsü serbestiyesi getirmek yanlış ve laiklik ilkesine aykırı. İkinci olarak da sansür yasasının gündeme geldiği bir dönemde bu çıkış o yasanın tartışılması berhava eden bir işlev gördü deniliyor. İktidar cenahı ise biz bu sorunu zaten çözdük, CHP yıllarca başörtüsü ile ilgili zulmü yapanların yanında durdu, şimdi çözülmüş bir soruna oy uğruna durumdan vazife çıkararak manipülasyon yapıyor, kimse Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışına inanmaz, diyor. Madem öyle o zaman gel bu konuda anayasayı değiştirelim diyerek el yükseltti.
Zamanlama konusu tartışılabilir. Ancak sorunlu alanlar çözülmüş gibi görünseler de yasal güvenceye kavuşturulmadan çözülmüş sayılmazlar. AKP’nin anayasa değişikliği talebi ise işi yokuşa sürmekten başka bir şey değil. İki sebepten; bir, seçime sekiz ay kala meşruiyeti zayıflamış bir iktidarın değiştireceği anayasa toplumsal kabule ne kadar sahip olabilir. İkinci olarak da bu mesele anayasadan ziyade bir yasa konusu, anayasaya havale etmek topu taca atmaktır. Kaldı ki eğer anayasa değişecekse (ki ancak seçimden sonra bu olabilir); o zaman bütün hak ve özgürlükler alanında olmalı. Bölük pörçük rötuşlarla değil doğru dürüst değişmeli. Ki zaten muhalefetin iddiası da bu. Sistemi değiştirmek için anayasa değişikliği gerekiyor. Anayasa değiştiğinde ise Türkiye’nin sorunlu alanları özgürlükçü bir anlayışla ele alınıp vaz edilmeli.
Peki Kılıçdaroğlu neden bu çıkışı yaptı?
Kanımca bunun iki geçerli açıklaması var. Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olursa iktidar onu en çok bu gibi meseleler üzerinden vuracak ve sıkıştıracak, bunu görüyor ve biliyor. Daha şimdiden Millet İttifakı ve CHP’nin seçimi kazanması durumunda muhafazakâr hayat tarzının tehlikeye gireceği, 28 Şubat sürecine geri dönüleceği şeklinde propagandalar yapılıyor. İşte Kılıçdaroğlu’nun çıkışının birinci nedeni, bu argümanları berhava etmek ve bu kesime güvence vermek içindir. Başörtüsü belki de fokto çözüldü (ki CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun büyük katkısıyla) ancak bu durum hala yasal güvenceye kavuşturulmuş değil.
Bir hak sadece iyi niyetle ya da söylemlerle korunamaz, haklar ancak hukukla korunur. Çünkü kişi iç dünyasını ahlakla çerçeveler ama dış dünyasını da hukukla çerçeveler. Onun için gerçek demokrasilerde haklar anayasa ve yasaların güvencesi altındadır. Kılıçdaroğlu da bu güvenceyi sağlamak istiyor. Fakat bu zor bir konu, özellikle de CHP tabanı için. O nedenle bunu açıklamadan önce bu konuda samimiyet testi ileri sürdü. Bu samimiyet testinin iki boyutu var, biri iktidara diğeri ise parti içine dönüktür. Parti içinde birtakım seslerin gelebileceğini tahmin ediyor. O yüzden Seferihisar toplantısında ön aldı ve akıllı bir hamle ile “benimle misiniz?” diye sordu. Parti bu konuda kendisiyle olduğunu deklere etti. İşte benimle misiniz sorusunun anlamı şimdi daha net anlaşılıyor. Benimleyseniz o zaman bazı netameli konularda yapacağım açıklama ve projelerde de benimle olmalısınız demek istiyor. İktidara yürümek için bu atılımları yapmayı uygun hatta mecburi görüyorum demeye getiriyor. Şimdi bu noktada partide bazı mırın kırın sesler çıksa da bunlar sönük kalacaktır, özellikle de seçim öncesi bir dönmede.
Samimiyet testinin diğer yüzü ise iktidara dönüktür. AKP’ye diyor ki gel baş örtüsünü siyasetin malzemesi olmaktan çıkaralım. Bunun yolu da bu konuyu yasallaştırmaktan geçer. Ancak AKP’nin buna yanaşmayacağı ve bu yasa önerisinin meclisten geçmeyeceğini biliyor. Bu hamleyle bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor Kılıçdaroğlu. Bir, başörtüsü ve hayat tarzı endişesi yaşayan endişeli muhafazakarla bu konuda müsterih olmaları konusunda güvence veriyor. İki AKP’nin seçim sürecinde güçlü bir biçimde kullanacağı bu argümanı şimdiden elinden alıyor. Ok yaydan çıktı artık, bu durumda seçim öncesi olamayacak bu değişikliği seçim sonrası vaadi haline getirmeli.
Fark yaratan her zaman cesarettir
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında bir husus daha dikkat çekiyor. Girişte de vurguladığımız gibi cesarete vurgu yapıyor ve bundan sonra benzer sorunlarda çözümler sunacağını söylüyor. Siyasetin yürek işi olduğunu ve kendisinin de bu konularda yürekli davrandığını/davranacağını ima ediyor. Bu söylemi kıymetli buluyorum. Bugüne değin CHP’nin birtakım konularda cesur davranmadığı, tutuk davrandığı, hatta bazı konularda utangaçça bazı açıklamalar yaptığı yolunda eleştiriler vardı. Bu eleştirilerin başında da Kürt sorunu geliyordu.
Nitekim Kılıçdaroğlu “Kürt sorununu çözeceğim” diyor ama orada duruyor, deniliyordu. Daha fazlasını söylemiyor, daha ileri gitmiyor. Yani Kürt sorununu nasıl çözeceğini anlatmıyor bu konudaki projesinin ne olduğunu açıklamıyor şeklinde eleştiriler var. Hatta bazı açıklamaları yaparken acaba AKP ve MHP ne diyecek diye endişeyle davranıyor eleştirileri de buna ekleniyor. Oysa AKP ve MHP bir açıklama yaptığında Kılıçdaroğlu ve muhalefetin ne diyeceğine bakmadan istediklerini söylüyorlar. İktidar ve onun temsilcileri (özellikle de Erdoğan) muhalefetin eleştirilerine göre söylem değiştirmiyor hatta umursamıyor, o halde Kılıçdaroğlu ve muhalefet neden onları umursasın? Hatta bazen iktidarın dümen suyuna girmekten bile imtina etmiyor, eleştirilerini sıkça duymuşsunuzdur.
Kürt sorununu çözmeseniz adalet sözde kalır
Kürt seçmen MHP’nin kuyruğuna takılmış, onun her dediğini yerine getiren AKP’ye ve Erdoğan’a güvenmiyor. Bu yüzden erime başladı çoktan. Daha önce yüz Kürt’ten 30’unun oyunu alan AKP ve Erdoğan bugün 20 oy bile alamıyor. Adıyaman, Bingöl gibi birkaç il dışında seçmenin AKP hatta Erdoğan’a olan desteği %20’lerin altına düşmüş durumda. Bunun temelinde bu güvensizlik var.
Çünkü Erdoğan düne kadar Kürt sorunu var ve bu sorun herkes gibi benim de sorunum ve bu sorunu daha fazla demokrasi daha fazla hukukla çözeceğim derken, bugün tam tersi bir kulvara savrularak “Kürt sorunu diye bir sorun yok” diyor. İşte erimenin temel sebebi bu. Ve tabi bunu dedikten ve MHP ile iş tuttuktan sonra sorunu güvenlikçi politikalarla çözme yoluna gitti. Sosyal ve demokratik devlet anlayışından (daha önce kendisinin de karşı çıktığı) otoriter güvenlikçi devlet moduna geçti.
Kılıçdaroğlu ise bu sorun var ve ben çözeceğim diyor. Burada da çetrefilli bir durum ortaya çıkıyor. Birçok sorun gibi bu sorun bizim iktidarımızda çözülecek derken altlı masa iktidarını mı yoksa CHP’nin tek başına iktidarını mı kastediyor orası belli değil. Öyle ya İYİ parti HDP ile yan yana gelmem diyor. Eğer bu seçimden sonrası kastediliyorsa (oy bakımından) masanın ikinci büyük partisini ikna etmeden Kürt sorununu nasıl çözecek? Bu durumda İyi parti Kürt sorunun çözümü önünde bir engel teşkil etmez mi?
Fakat tam bu noktada paradoks gibi görünse de meselenin bir de diğer önemli yönü öne çıkıyor.
Kürt sorunun çözümü farklı bileşenleri gerektirir
Bu sorun sadece CHP ve HDP ile çözülecek bir mesele de değil. Bu mesele yeni Türkiye inşasının içinde ele alınmalıdır. Yeni Türkiye inşası ise büyük bir uzlaşmayı gerektirir. Büyük uzlaşma ise toplumdaki ana damarların buluşmasını… Bunlar kabaca muhafazakârlar, laikler, milliyetçiler ve Kürtlerdir. Biraz daha açacak olursak laik ve sosyal demokrat CHP, milliyetçi ve seküler olmaya çalışan iyi parti, muhafazakâr olan Saadet ve Gelecek partisi, liberal olduğunu söyleyen Deva ve DP. Ama bu tabloda Kürtler yok. Kürtlerin olmadığı bir uzlaşma bir “yeni” nasıl inşa edilecek? Temel soru bu. Sonuç olarak ana akım merkez sağ merkez sol ve Kürtler olagelmiş. Bu bazen üç bazen beş parti olmuş. Uçlar da var ama kabaca bu üç/dört damardan bahsedilebilir
İşte bu yüzden diyoruz ki, bu sorunun çözülmesi için HDP ve CHP’nin yansıra milliyetçiler ve muhafazakarların da olması gerekir. Altılı masadaki DEVA; Gelecek ve Sadet gibi partilerin Kürt sorununu çözme konusunda bir engelleri yok. Geriye milliyetçiliği temsil ettiğini iddia eden İyi parti kalıyor. İyi partinin Kürt sorunu çözme noktasında altılı masada olması bir dezavantaj gibi görünse de aslında bir avantajdır meğerki Kılıçdaroğlu onları ikna ederse. İşte cesaretin rol oynaması gereken diğer bir alan da burasıdır bunu da bekleyip göreceğiz. O cesur çıkış bu konuda olacak mı?
Sonuç
Kılıçdaroğlu CHP’nin kuruluş kodlarıyla halkın teveccühüne mazhar olamayacağını ve dolaysıyla iktidar olamayacağını görüyor. Helalleşme çıkışı bu bakımdan önemli ve yeni bir çıkış yolu olabilir. CHP (şimdilerde Erdoğan’ın tekelinde olan) devlet iktidarının bir parçası olmaktan çıkmak isteği helalleşme ile kendini gösteriyor. Şimdi de başörtüsü kartını Erdoğan’ın elinden almak istiyor. Birinin yıldızı sönmeden öbürününkisi parlayamaz.
Görülüyor ki Erdoğan’ın yıldızı sönerken Kılıçdaroğlu’nunki parlama yolunda ilerliyor..
Ne ki, devlet, bunları sorun olarak görüp çözmek yerine onları güvenlikçi anlayışla ezip yok etme yoluna gitti. Bu da sorunları çözmek bir yana daha da büyüttü. Bu minvalde eskiden beri devletin arşivlerinde zaman zaman yerleri ve sıraları değişse de iki büyük tehlike! dile getiriliyor. Bunlardan biri bölücülük, öbürü ise irtica olarak kodlanmış durumda.
Bu sorunlar kimi zaman siyasi partiler tarafından beka adı altında kendi iktidarlarını daim etmek için kullanılıyor. Nitekim ikinci tehlikeyi yaratacak diye beklenen ideolojik yapının temsilcileri bugün iktidarda ve ne gariptir ki iktidarını daim etmek için MHP ile bütünleşerek birincisini kullanıyorlar. Bir başka gariplik de şudur ki CHP seçmenin bir kısmına da bu iki endişe hâkim. Son zamanlarda moda deyimle bunlara endişeli modernler deniliyor. (Ülke bölünecek ya da ülkeye şeriat gelecek diye endişeleniyorlar.)
İşte şimdi Kılıçdaroğlu bu iki endişeye parmak basıyor bunları gidermek için çaba sarf ediyor. Cesur bir atakla bu sorunları çözeceğini söylüyor. Cesaret de burada devreye giriyor zaten. Derin devlete ve kendi tabanının (en azından bir kısmana rağmen) bu sorunların üstüne gitmesi gerçekten cesaret ister. Maksadı tam hasıl etmese de (biraz sonra değinileceğimiz gibi Kürt sorunuyla ilgili) helâlleşeme böyle bir çıkıştı. O yüzden hem bazı partililerden hem de şimdi artık değiştirmeye gelmiş olduğu devletle bütünleşen AKP iktidarı ve onun küçük ortakları (Bahçeli ve Perinçek) tarafından da epey eleştirildi. Kılıçdaroğlu şimdi de iyi bir zamanlama ile başka bir netameli konuda çıkış yaptı: Başörtüsü.
Kılıçdaroğlu’nun videolu çıkışı
Kılıçdaroğlu bir video yayınlayarak başörtüsü meselesini yasal güvenceye bağlayacaklarını açıkladı. Yaratılan beklentinin söylenenle karşılanmadığı şeklindeki eleştirilerin yansıra açıklamadan sonra hem partinin bazı kesimlerinden hem de iktidar cenahından eleştiriler geldi. Bazı CHP’liler ve CHP’ye yakın kanallar başörtüsü ile ilgili verilen yasa tasarısını sorunlu bularak eleştirdi. Onlara göre zaten böyle bir sorun yok, de fakto çözüldü, ayrıca verilen yasa tasarısında kamusal alana da başörtüsü serbestiyesi getirmek yanlış ve laiklik ilkesine aykırı. İkinci olarak da sansür yasasının gündeme geldiği bir dönemde bu çıkış o yasanın tartışılması berhava eden bir işlev gördü deniliyor. İktidar cenahı ise biz bu sorunu zaten çözdük, CHP yıllarca başörtüsü ile ilgili zulmü yapanların yanında durdu, şimdi çözülmüş bir soruna oy uğruna durumdan vazife çıkararak manipülasyon yapıyor, kimse Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışına inanmaz, diyor. Madem öyle o zaman gel bu konuda anayasayı değiştirelim diyerek el yükseltti.
Zamanlama konusu tartışılabilir. Ancak sorunlu alanlar çözülmüş gibi görünseler de yasal güvenceye kavuşturulmadan çözülmüş sayılmazlar. AKP’nin anayasa değişikliği talebi ise işi yokuşa sürmekten başka bir şey değil. İki sebepten; bir, seçime sekiz ay kala meşruiyeti zayıflamış bir iktidarın değiştireceği anayasa toplumsal kabule ne kadar sahip olabilir. İkinci olarak da bu mesele anayasadan ziyade bir yasa konusu, anayasaya havale etmek topu taca atmaktır. Kaldı ki eğer anayasa değişecekse (ki ancak seçimden sonra bu olabilir); o zaman bütün hak ve özgürlükler alanında olmalı. Bölük pörçük rötuşlarla değil doğru dürüst değişmeli. Ki zaten muhalefetin iddiası da bu. Sistemi değiştirmek için anayasa değişikliği gerekiyor. Anayasa değiştiğinde ise Türkiye’nin sorunlu alanları özgürlükçü bir anlayışla ele alınıp vaz edilmeli.
Peki Kılıçdaroğlu neden bu çıkışı yaptı?
Kanımca bunun iki geçerli açıklaması var. Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olursa iktidar onu en çok bu gibi meseleler üzerinden vuracak ve sıkıştıracak, bunu görüyor ve biliyor. Daha şimdiden Millet İttifakı ve CHP’nin seçimi kazanması durumunda muhafazakâr hayat tarzının tehlikeye gireceği, 28 Şubat sürecine geri dönüleceği şeklinde propagandalar yapılıyor. İşte Kılıçdaroğlu’nun çıkışının birinci nedeni, bu argümanları berhava etmek ve bu kesime güvence vermek içindir. Başörtüsü belki de fokto çözüldü (ki CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun büyük katkısıyla) ancak bu durum hala yasal güvenceye kavuşturulmuş değil.
Bir hak sadece iyi niyetle ya da söylemlerle korunamaz, haklar ancak hukukla korunur. Çünkü kişi iç dünyasını ahlakla çerçeveler ama dış dünyasını da hukukla çerçeveler. Onun için gerçek demokrasilerde haklar anayasa ve yasaların güvencesi altındadır. Kılıçdaroğlu da bu güvenceyi sağlamak istiyor. Fakat bu zor bir konu, özellikle de CHP tabanı için. O nedenle bunu açıklamadan önce bu konuda samimiyet testi ileri sürdü. Bu samimiyet testinin iki boyutu var, biri iktidara diğeri ise parti içine dönüktür. Parti içinde birtakım seslerin gelebileceğini tahmin ediyor. O yüzden Seferihisar toplantısında ön aldı ve akıllı bir hamle ile “benimle misiniz?” diye sordu. Parti bu konuda kendisiyle olduğunu deklere etti. İşte benimle misiniz sorusunun anlamı şimdi daha net anlaşılıyor. Benimleyseniz o zaman bazı netameli konularda yapacağım açıklama ve projelerde de benimle olmalısınız demek istiyor. İktidara yürümek için bu atılımları yapmayı uygun hatta mecburi görüyorum demeye getiriyor. Şimdi bu noktada partide bazı mırın kırın sesler çıksa da bunlar sönük kalacaktır, özellikle de seçim öncesi bir dönmede.
Samimiyet testinin diğer yüzü ise iktidara dönüktür. AKP’ye diyor ki gel baş örtüsünü siyasetin malzemesi olmaktan çıkaralım. Bunun yolu da bu konuyu yasallaştırmaktan geçer. Ancak AKP’nin buna yanaşmayacağı ve bu yasa önerisinin meclisten geçmeyeceğini biliyor. Bu hamleyle bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor Kılıçdaroğlu. Bir, başörtüsü ve hayat tarzı endişesi yaşayan endişeli muhafazakarla bu konuda müsterih olmaları konusunda güvence veriyor. İki AKP’nin seçim sürecinde güçlü bir biçimde kullanacağı bu argümanı şimdiden elinden alıyor. Ok yaydan çıktı artık, bu durumda seçim öncesi olamayacak bu değişikliği seçim sonrası vaadi haline getirmeli.
Fark yaratan her zaman cesarettir
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında bir husus daha dikkat çekiyor. Girişte de vurguladığımız gibi cesarete vurgu yapıyor ve bundan sonra benzer sorunlarda çözümler sunacağını söylüyor. Siyasetin yürek işi olduğunu ve kendisinin de bu konularda yürekli davrandığını/davranacağını ima ediyor. Bu söylemi kıymetli buluyorum. Bugüne değin CHP’nin birtakım konularda cesur davranmadığı, tutuk davrandığı, hatta bazı konularda utangaçça bazı açıklamalar yaptığı yolunda eleştiriler vardı. Bu eleştirilerin başında da Kürt sorunu geliyordu.
Nitekim Kılıçdaroğlu “Kürt sorununu çözeceğim” diyor ama orada duruyor, deniliyordu. Daha fazlasını söylemiyor, daha ileri gitmiyor. Yani Kürt sorununu nasıl çözeceğini anlatmıyor bu konudaki projesinin ne olduğunu açıklamıyor şeklinde eleştiriler var. Hatta bazı açıklamaları yaparken acaba AKP ve MHP ne diyecek diye endişeyle davranıyor eleştirileri de buna ekleniyor. Oysa AKP ve MHP bir açıklama yaptığında Kılıçdaroğlu ve muhalefetin ne diyeceğine bakmadan istediklerini söylüyorlar. İktidar ve onun temsilcileri (özellikle de Erdoğan) muhalefetin eleştirilerine göre söylem değiştirmiyor hatta umursamıyor, o halde Kılıçdaroğlu ve muhalefet neden onları umursasın? Hatta bazen iktidarın dümen suyuna girmekten bile imtina etmiyor, eleştirilerini sıkça duymuşsunuzdur.
Kürt sorununu çözmeseniz adalet sözde kalır
Kürt seçmen MHP’nin kuyruğuna takılmış, onun her dediğini yerine getiren AKP’ye ve Erdoğan’a güvenmiyor. Bu yüzden erime başladı çoktan. Daha önce yüz Kürt’ten 30’unun oyunu alan AKP ve Erdoğan bugün 20 oy bile alamıyor. Adıyaman, Bingöl gibi birkaç il dışında seçmenin AKP hatta Erdoğan’a olan desteği %20’lerin altına düşmüş durumda. Bunun temelinde bu güvensizlik var.
Çünkü Erdoğan düne kadar Kürt sorunu var ve bu sorun herkes gibi benim de sorunum ve bu sorunu daha fazla demokrasi daha fazla hukukla çözeceğim derken, bugün tam tersi bir kulvara savrularak “Kürt sorunu diye bir sorun yok” diyor. İşte erimenin temel sebebi bu. Ve tabi bunu dedikten ve MHP ile iş tuttuktan sonra sorunu güvenlikçi politikalarla çözme yoluna gitti. Sosyal ve demokratik devlet anlayışından (daha önce kendisinin de karşı çıktığı) otoriter güvenlikçi devlet moduna geçti.
Kılıçdaroğlu ise bu sorun var ve ben çözeceğim diyor. Burada da çetrefilli bir durum ortaya çıkıyor. Birçok sorun gibi bu sorun bizim iktidarımızda çözülecek derken altlı masa iktidarını mı yoksa CHP’nin tek başına iktidarını mı kastediyor orası belli değil. Öyle ya İYİ parti HDP ile yan yana gelmem diyor. Eğer bu seçimden sonrası kastediliyorsa (oy bakımından) masanın ikinci büyük partisini ikna etmeden Kürt sorununu nasıl çözecek? Bu durumda İyi parti Kürt sorunun çözümü önünde bir engel teşkil etmez mi?
Fakat tam bu noktada paradoks gibi görünse de meselenin bir de diğer önemli yönü öne çıkıyor.
Kürt sorunun çözümü farklı bileşenleri gerektirir
Bu sorun sadece CHP ve HDP ile çözülecek bir mesele de değil. Bu mesele yeni Türkiye inşasının içinde ele alınmalıdır. Yeni Türkiye inşası ise büyük bir uzlaşmayı gerektirir. Büyük uzlaşma ise toplumdaki ana damarların buluşmasını… Bunlar kabaca muhafazakârlar, laikler, milliyetçiler ve Kürtlerdir. Biraz daha açacak olursak laik ve sosyal demokrat CHP, milliyetçi ve seküler olmaya çalışan iyi parti, muhafazakâr olan Saadet ve Gelecek partisi, liberal olduğunu söyleyen Deva ve DP. Ama bu tabloda Kürtler yok. Kürtlerin olmadığı bir uzlaşma bir “yeni” nasıl inşa edilecek? Temel soru bu. Sonuç olarak ana akım merkez sağ merkez sol ve Kürtler olagelmiş. Bu bazen üç bazen beş parti olmuş. Uçlar da var ama kabaca bu üç/dört damardan bahsedilebilir
İşte bu yüzden diyoruz ki, bu sorunun çözülmesi için HDP ve CHP’nin yansıra milliyetçiler ve muhafazakarların da olması gerekir. Altılı masadaki DEVA; Gelecek ve Sadet gibi partilerin Kürt sorununu çözme konusunda bir engelleri yok. Geriye milliyetçiliği temsil ettiğini iddia eden İyi parti kalıyor. İyi partinin Kürt sorunu çözme noktasında altılı masada olması bir dezavantaj gibi görünse de aslında bir avantajdır meğerki Kılıçdaroğlu onları ikna ederse. İşte cesaretin rol oynaması gereken diğer bir alan da burasıdır bunu da bekleyip göreceğiz. O cesur çıkış bu konuda olacak mı?
Sonuç
Kılıçdaroğlu CHP’nin kuruluş kodlarıyla halkın teveccühüne mazhar olamayacağını ve dolaysıyla iktidar olamayacağını görüyor. Helalleşme çıkışı bu bakımdan önemli ve yeni bir çıkış yolu olabilir. CHP (şimdilerde Erdoğan’ın tekelinde olan) devlet iktidarının bir parçası olmaktan çıkmak isteği helalleşme ile kendini gösteriyor. Şimdi de başörtüsü kartını Erdoğan’ın elinden almak istiyor. Birinin yıldızı sönmeden öbürününkisi parlayamaz.
Görülüyor ki Erdoğan’ın yıldızı sönerken Kılıçdaroğlu’nunki parlama yolunda ilerliyor..