Webmaster Destek Forumu

Yarınların için bir şey yapmazsan, ölene dek Alarm kurmaya mahkumsun !
İletişim
  • Duyuru; Sizde hemen Üye Olup Sorunuzu Sorabilirsiniz, katılım ve kullanım tamamen Ücretsizdir!

Pazar günü ne oldu?

Big

Forum Üyesi
Katılım
18 Eki 2022
Mesajlar
1,568
Puanları
0
O, “Yûnusû biçâredir

Baştan ayağa yâredir,”
Ağu içer su yerine.
Fakat bir kere bir dert anlayan düşmeye görsün önlerine
Ve bir kere vakit erişip: Gayrı yeter!» demesinler.*

31 Mart 2024 Pazar günü ne oldu?

Bu sorunun yanıtı kanımca değil günler, haftalar, aylar, hatta önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak gelişmeler ışığında, büyük olasılıkla yıllarca tartışılacak ama her şey Gezi ile başladı. Gezi, ulusun ve devletin, AKP ve Erdoğan’ın yapmak istediklerine karşı ayağa kalkmasıydı. Bu nedenledir ki Gezi, Erdoğan’ın korkulu rüyasıdır.

Pazar günü olan, yirmi yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ulusunun üzerine çökmüş ve sanki hiç aralanmayacakmış, kalkmayacakmış gibi görünen bir karabasanın, beklenmedik biçimde yırtılmış ve yıllardır ilk kez mavi ve berrak bir gökyüzünün görünmüş olmasıdır.

31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin büyük başarısı ve AKP-MHP ittifakının seçmenden yediği okkalı şamar, Türkiye’de yeni bir dönemin açıldığını göstermektedir. Önce CHP’nin başarısına kısa bir göz atalım.

İstanbul nasıl kazanıldı?

Herkes biliyor ki yerel seçimlerin odak noktası İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi idi. CHP İstanbul’u, büyük bir oy farkı ile aldı. Kanımca bu başarının iki büyük nedeni var.

Birinci neden, Ekrem İmamoğlu’nun, Mayıs 2023’te CHP’ye cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini kaybettiren, büyük ölçüde Meral Akşener’in oyununa gelerek, sanki cumhurbaşkanı adayı imişcesine giriştiği seçim çalışmalarının aksine, hiç değilse yerel seçimlerin son iki haftasında, İstanbul seçmenine, cumhurbaşkanı olma projesini arka plana attığı izlenimini verebilmiş olmasıdır. İstanbullular, “seçersek bir iki ay sonra belediye başkanlığını bırakıp, cumhurbaşkanı olmak için CHP’nin başına geçecek.” endişesinden kurtulunca, İmamoğlu’na daha kolay oy vermiştir. İmamoğlu da bu tutum değişikliğinin getirisini doğru değerlendirmiş olmalı ki 31 Mart akşamı yaptığı ilk seçim sonrası konuşmada, “Şimdi en kısa zamanda mazbatamı alacağım ve daha 5 yıl İstanbul Belediye Başkanı olarak İstanbul’a hizmet vereceğim.” demiştir.

Bugünün dünyasında Türkiye’ye cumhurbaşkanı olmak, farklı birikim gerektirir.

Bu doğru bir yaklaşımdır. Kaldı ki İmamoğlu’na bir şey de kaybettirmez. Aksine, eğer öyle bir arzusu varsa, önümüzdeki birkaç yıldan, cumhurbaşkanlığı için eksiklerini tamamlamak amacıyla yararlanabilir. Hatta böyle bir eğitim, deneyim ve eğitim dönemi geçirmesi şarttır çünkü bugünün dünyasında, bugünün Türkiye’sinin cumhurbaşkanı olacak kişinin, bir belediye başkanını sahip olduğu niteliklerden çok daha fazlasına sahip olması gereklidir. Bunun önümüzdeki en güzel örneği de böyle bir birikimi olmayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın,Türkiye’yi düşürdüğü durumdur.

İmamoğlu’nun başarısının bir nedeni de, Erdoğan’n, İmamoğlu’na “topu gelsin!” diyerek meydan okuma fırsatını vermesi bir yandan da onu “mağdur” duruma düşürmesidir. Bu, bütün siyasi yaşamında “mağdur” olmaktan nemalanmış Erdoğan için affedilmez bir siyasi hata olmuştur.

CHP neden kazandı?

31 Mart seçiminin CHP açısından işaret ettiği en önemli husus ise, CHP’nin ancak kuruluş ilkelerine döndüğü; sağdan oy alabilmek ham hayalini terk ettiği ve ısrarla Cumhuriyet’in politikalarını izlediği takdirde seçim kazanabileceği gerçeğinin çarpıcı biçimde ortaya çıkmış olmasıdır.

Gerçekten de Mayıs 2023 seçimleri ile karşılaştırıldığında, tek başına seçime girmesine karşın CHP’nin çok daha iyi sonuç almış olması, CHP’nin kendisine dönmesi ve sonu her defasında hüsran olan, sağ partilerle ittifak yanlışının tekrarlanmamasının gereğini en açık biçimde kanıtlamıştır. Şimdi zaman, bu duruşu daha da sağlamlaştırmak ve o yoldan ayrılmamak zamanıdır.

Alınan sonuçla olağanüstü kurultay da artık gündemde olamayacağına göre -olmamalıdır da-CHP, hiç zaman geçirmeden, her alanda izleyeceği politikaları belirlemek ve bu politikaları biran önce halkla paylaşarak yaşama geçirmek ve ısrarla izlemektir. Bunun nasıl, kimlerle yapılacağı, yanıtlanması gereken önemli ve acil sorulardır.

Seçimlerin yok ettiği partiler

Seçimlerin bir diğer sonucu, MHP’nin neredeyse yok olduğunu göstermesidir. “MHP bazı illerde AKP ile işbirliği yaptı ve biri diğeri lehine aday göstermedi.” derseniz kanımca bu MHP’nin artık Türk siyasi yaşamında yerini kaybetmiş bir parti olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Bence benzer ama daha da vahim bir sonuç İyi Parti için gerçekleşmiş ve Meral Akşener’in Altılı Masa ile başlayan, sonunda AKP’ye yamanmaya çalışan siyaseti yüzünden Türk siyasetinden tepe taklak düşmüş olmasıdır ki bu hak edilmiş bir sondur. Ancak Mayıs 2023 seçimlerinin kaybedilmesine yol açarak ülkeye onarılmaz zarar vermiştir. Akşener de tarihe bu vebal ile geçecektir.

Kılıçdaroğlu CHP’sinin bol keseden dağıttığı milletvekillikleriyle TBMM’ye girebilen ve girdikleri an, CHP’nin karşısına geçen DEVA ve Gelecek Partisi, yerel seçimlerle Türk siyaset sahnesinden silinen diğer iki parti olmuştur ki bu hayırlı bir gelişmedir. İyi Parti’ye de ödünç milletvekili verip iki önceki genel seçimlere girmesini sağlayan CHP için DEVA ve Gelecek Partisi de ek dersler olmalıdır. Bu ders sağ ile yakınlaşma politikalarının CHP’ye ne denli zarar verdiğinin anlaşılması açısından önemli olmalıdır.

Yeniden Refah, HÜDAPAR ve DEM Parti

Yerel seçimlerde en çarpıcı başarı, Yeniden Refah Partisi’nin olmuştur. Görünen odur ki Necmettin Erbakan döneminde yaşananlardan ama daha da önemlisi AKP’den ders alan Yeniden Refah Partisi gelecekte, Cumhuriyetle kavgalı olmayan, muhafazakâr bir siyasi parti olmaya bu niteliği ile de orta sağda, uzun zamandan beri hissedilen boşluğu doldurmaya adaydır.

HÜDAPAR’ı kanımca Kürt seçmen bağlamında değerlendirmek daha doğru olur. Ve Türk, Kürt ayırt etmeden, Türkiye Cumhuriyeti için tehlikeli bir oluşumdur. Ancak, Anavatan Partisi gibi yakında Türk siyasi hayatından çekilmesi beklenen AKP sonrasında HÜDAPAR korumasız kalacak ve yeniden kuruluş değerlerine dönen Cumhuriyet tarafından, hukuk içinde gereken biçimde etkisiz kılınacaktır.

31 Mart yerel seçimlerinin ortaya çıkardığı en önemli gelişmelerden birisi, DEM Parti’nin ancak yüzde beş civarında bir oy alabilmiş olmasıdır. Bu oy oranı, DEM Parti’nin geleceğinin nasıl şekillenebileceğinin de bir göstergesidir. Ülke çapındaki bu oy oranı, Kürt seçmenin oylarının, iddia edilenin aksine, CHP’nin, başta İstanbul olmak üzere, seçim başarısına katkısının belirleyici olmadığına işaret etmektedir. Bu 2019 yerel seçiminde de böyleydi. Bu gerçek ışığında DEM Parti ve destekçilerinin beklentisi ancak, vatandaş olarak, hak ve özgülüklerden, her Türk vatandaşı kadar yararlanmakla sınırlı olmak, başka hayallerin peşine takılmamakta olduğunu göstermektedir. Belediye başkanlığı kazandıkları illerin önemlice bir bölümünü ve oralarda yaşayan insanları tanıdığımı düşünüyorum. O vatandaşlarımız Kürt olabilirler ama çok büyük çoğunluğu Kürtçü değillerdir. DEM Parti’nin bu gerçeği hiç aklından çıkarmaması ve Cumhuriyeti birlikte kurduğumuz Kürt kardeşlerimizi gereksiz sıkıntılara sokmaktan uzak durmasında yarar vardır.

AKP ve Erdoğan

31 Mart yerel seçimleri, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığının; Türkiye Cumhuriyeti’ni siyasal islama teslim etme girişimlerinin; şeriat çığlıklarının; bütün bunlara sessiz kalınmasının hatta bu girişimlerin ve kalkışmaların sırtının sıvazlanmasının; her alanda ayyuka çıkan her türlü usulsüzlüklerin ve yolsuzlukların, hukuksuzlukların, Türk ulusunda ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, çağdaş uygarlığa dönük, Atatürkçü, laik insanlarında, kimsenin tam olarak tahmin edemediği kadar büyük bir karamsarlık ama onun da ötesinde, endişe yarattığı bu seçimle ortaya çıkmıştır. Sonunda AKP ve Erdoğan, muhalefetin bile beklemediği biçimde, halk tarafından tepetaklak edilmişlerdir.

Şimdi Erdoğan’ın önünde iki yol vardır.

Kibirini, egosunu yenemeyip, her yönteme başvurarak, baskı, yıldırma politikasını sürdürmeye ve buna dayanarak ekonomide tahammülü gerçekten olanaksız acı reçeteleri uygulayarak iktidarda kalmaya kalkışmak. Bu, sonu felaketle bitecek bir aymazlık olur. Kaldı ki, uğradığı seçim yenilgisi, Erdoğan’ın iradesini ve talimatlarını kabul ettirme, dolayısıyla baskı, sindirme ve yıldırma gücünü neredeyse sıfıra indirmiştir. O halde bu bir seçenek olamaz.

İkinci seçenek, yaratacağı tepkiden çekinerek, ekonomide atması gereken adımları atmamak ki bu halde de ekonominin artık sürdürülemez olacağı ve devletin iflas edeceği açıkça görülmektedir. O halde bu seçenek de aynı kapıya çıkar.

Bunlar sadece ekonomiye ilişkin zorluklardır. Seçim sonrası durumu ile Erdoğan’ın ve onun yönetiminde devam edecek bir Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı dış politika sorunlarına girmek bile istemiyorum. Tam bir kabus!

Erdoğan’ın belki de tek şansı, görevden ayrılmasıdır ama bunun da başka ve kişiye özel sakıncaları, tehlikeleri vardır.

Kısacası, Tarzan müşkül durumdadır!

*Türk Köylüsü. NAZIM HİKMET


 
Üst