Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Bugün, 6 Şubat, Kahramanmaraş'ı ve tüm ülkenin kalbini derinden sarsan depremin yıl dönümü. Aradan geçen zaman, yaşanan felaketin acısını hafifletmeye yetmedi; kayıplarımızın yası ve yaşananların hatırası hâlâ canlı. Bu felaket, bir kez daha bize doğanın gücü karşısında ne kadar savunmasız olduğumuzu, ancak birlik ve beraberlik içinde, dayanışmayla ayakta kalabileceğimizi hatırlattı.
Bu anma ve yas tutma gününde, ülkenin bir diğer önemli meselesini, ekonomi yönetimini ve Merkez Bankası konusunu ele alacağız.
Ülkenin mali kıblegâhının ilk kadın başkanı Hafize Gaye Erkan, başkanlık görevini ancak 7 ay 23 gün sürdürebildi. Onun kısa hikayesi, hem iktidar koridorlarında bir kadın olarak varolmanın ne demek olduğuna, hem de Saray’ın ekonomiyi ve siyaseti nasıl yönettiğine dair canlı bir örnek oldu.
Sahip olduğu parlak CV üzerinden ve aynı zamanda kadın olması hasebiyle medyanın ilgisini çekerek ve hayli pohpohlanarak Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın ilk kadın başkanı sıfatıyla tarihe geçeceği Gaye Erkan’ın aklına gelmiş midir, bilinmez. Ancak görev süresi boyunca aklına gelmeyen şeylerin başına gelmiş olduğu bir gerçek.
Bu dönemde ortaya atılan iddialar ve yaşanan olaylar, sadece bir bankanın yönetimine dair değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rolleri, güç dinamikleri ve medyanın etkisi gibi çok daha geniş temaları da gündeme getirdi.
Hafize Gaye Erkan'ın babası Erol Erkan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nda kendi krallığını kurmuş, odasını tahsis etmiş ve koridorlarda personeli fırçalayan bir figür olarak tasvir edildi. Bu durum, "Acaba bu yetki ve cesareti nereden alıyor?" sorusunu akıllara getirdi. Ve işte tam bu noktada sahneye bir iddia girdi: Erol Erkan, yıllardır Türk siyasetinde adından söz ettiren, gücü ve etkisiyle bilinen Mehmet Ağar'ın teyzesinin oğluymuş… İddia böyle.
Bu, siyasi ve toplumsal bağlantıların, kişisel yetki alanlarını nasıl genişletebileceğinin canlı bir örneği gibi duruyor. Gaye Erkan bu iddiaları tabii ki yalanlıyor.
Ancak tüm bunlar yine de, bankadaki oda tahsislerinden çok daha derin bir hikayenin yüzeydeki köpüğü gibi durmuyor mu sizce de?
Ayrıca biliyoruz ki; Erol Erkan’ın sergilediği iddia edilen davranışlar, Türkiye'nin siyasi ve sosyal yaşamındaki güç dinamiklerine dair kapsamlı bir analizle son derece uyuşabilir… Türkiye gerçekleri içinde olağan bir durum…
Hafize Gaye Erkan hakkında öne sürülen her bir iddia ve yaşanan olaylar ise Türkiye'nin sosyo-politik yapısında derinlemesine yer etmiş dinamiklerin yansımaları olarak okunabilir.
Belki de Sonun Başlangıcı…
Aralık ayında Ahmet Hakan’ın Hafize Gaye Erkan ile yaptığı o röportaj, belki de Erkan'ın Merkez Bankası Başkanlığı koltuğundaki son günlerinin öndeyişiydi.
Zira ekonomik analizlerin ve politika tartışmalarının sıkı takipçisi olan kamuoyu, birdenbire kendini bir "Sadık Abi" hikayesinin içinde buldu. Erkan'ın, fiyatların nabzını apartman görevlisinden tutma stratejisi, ekonomi yönetimine dair kitaplarda yer bulamayacak türden bir metodolojiydi, kuşkusuz.
Aslında bu samimi itiraf, finans dünyasının kuru ve soğuk atmosferine biraz olsun insan sıcaklığı getirmiş olabilir.
Ancak aynı zamanda, "Piyasaların çalkantılı sularında bir Merkez Bankası Başkanı neden Sadık Abi ile yüzüyor?" sorusunu da akıllara getirdi.
Yüksek kiralardan duyulan sıkıntı ve “Bir insanın 10 evi olmamalı, 10 insanın bir evi olmalı,” şeklindeki sosyal adalet çıkışı bazı kesimlerde, bir Merkez Bankası Başkanı’nın ağzından çıkmış olması bakımından biraz fazla “gerçekçi” bulundu.
Sonuç olarak, Erkan'ın röportajı, ekonomi politikalarının soğuk duvarlarında bir çatlak açtı ve kamuoyunun dikkatini, enflasyon rakamlarından çok, insanların günlük yaşam mücadelesine çevirdi.
Bu çatlak, belki de onun istifasına giden yolda ilk adım oldu. Ekonomi yönetiminin bu kadar "insani" bir yüzü, ironik bir şekilde, Erkan’ı, ekonomiyi yönetme görevinden uzaklaştıran sebeplerden biri haline geldi.
Asıl Konuşulması Gerekenler…
Hafize Gaye Erkan, ”Büyük bir itibar suikastı kampanyası düzenlendi" sözleriyle sahneyi terk ederken, ardında -5 yılda 6. başkan olarak- tabii ki AK Parti’nin önemli isimlerinden eski Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın yeğeni olan Fatih Karahan'a devrettiği bir koltuk bıraktı.
Ancak asıl mesele, bu koltuğun hikayesinden çok, onun üzerinde oturanın hikayesiydi.
Perdenin arkasında, asıl konuşulması gereken şeyler göz ardı edildi. Yani, bir Merkez Bankası Başkanı olarak onun görev süresi boyunca yaptıkları - veya yapamadıkları…
Erkan'ın görev süresi boyunca gösterdiği performans, ne yazık ki, pek de parlak değildi. Vadettiklerini hayata geçiremedi, kendisinden beklenenleri yerine getiremedi. Piyasaların soğuk tepkisine maruz kaldı ve daha önce görev yaptığı kurumlardan edindiği tecrübeyi kullanarak uluslararası bağlantıları aracılığıyla kaynak (100 milyar dolar) getireceği umudu, maalesef ki gerçekleşmedi. Erkan’a biçilen “hazine avcısı” rolü başarıya ulaşamadı. Zira yabancı yatırımcı sadece Hafize Gaye Erkan’ın ilişkilerine değil, ülkedeki hukuka, adalete, insan haklarına da bakar. Kendini güvence altında hissetmediği, iplerin tek bir kişinin elinde olduğu yere, kimin bağlantısı olursa olsun, yaklaşmaz.
Bu durum, merkez bankası başkanlığının fon yöneticiliğinden çok daha karmaşık bir disiplin olduğunu acı bir şekilde ortaya koydu. Türkiye’nin gözbebeği bir kuruma başkanlık etme kapasitesine sahip, çok iyi yetişmiş bir dünya bürokrat varken, yönetimin hiçbir kamu deneyimi olmayan bir isme teslim edilmesi, elbette ki doğru değildi.
Aslında beklenen fonları getiremeyeceği anlaşıldığında Gaye Erkan muhtemelen gözden çıkarılmıştı. Sadece hata yapması beklendi. Hatta belki de bunun için kışkırtıldı.
Onu göndermek tek bir bahaneye bakıyordu. Bir anda ellerine birden fazla bahane geçti.
Bu süreçte, Fatih Karahan aslında perde arkasında zaten Merkez Bankası'nın gerçek yöneticisi gibiydi. Şimdi ise resmi olarak da bu görev ona verildi.
Mehmet Şimşek’in, Gaye Erkan’ın istifasının bütünüyle şahsi bir karar olduğuna yönelik yaptığı açıklamalar ve Mehmet Ağar ile ilişkilendirilen çeşitli iddialar, Ahmet Hakan’a verdiği röportajda söyledikleri, hatta kendini dev aynasında gördüğüne, siyasete göz kırptığına dair “suçlamalar” da bu sürecin yalnızca yüzeydeki görünen kısmıydı…
Esas hikaye ise Saray’ın siyaseti ve ekonomiyi nasıl yönettiğinde kilitleniyor.
Merkez Bankası Başkanlığı Yapmak Zordur Bu Ülkede
Bu coğrafyada Merkez Bankası Başkanlığı yapmak, Sisifos’un efsanesini yaşamak gibidir; sonsuz bir çaba ve tekrarlanan bir mücadele.
Ne kadar yükseklere çıkmaya çalışılsa da, ekonomik ve siyasi baskıların ağırlığı altında, başladığınız noktaya geri dönmekten başka çare yoktur.
Bu ülkede, Erdoğan'ın ekonomi politikaları çerçevesinde dengeli bir rota çizmeye çalışmak, bir yandan dümende dururken diğer yandan da gözlerinizi kör eden bir fırtınada yol bulmaya çalışmak demektir.
Nas politikalarının çıkmaza girmesinden, genel seçimlerde yüzde 35’lere düşen oylardan ders alınmış olacak ki Mehmet Şimşek ile bir U dönüşü yapıldı ve rasyonel politikalar tekrar devreye sokuldu. Böyle bir ortamda Merkez Bankası Başkanı olmak, politik dengelerin sallantılı köprüsünde yürümek gibidir.
Yerel seçim rüzgarları eşliğinde, “iflas eden” ekonomi için çıkış yolu aranırken, Gaye Erkan'ın hikayesi, liyakatle ilgili her çığlık atanı susturabilecek bir CV'ye sahip olmasına rağmen, sarayın dışından biri olmanın zorluklarını gözler önüne seriyor.
Ve nihayetinde, Gaye Erkan sahneden çekiliyor. “Koruyan, saklayan, muhafaza eden” HAFİZE Gaye Erkan, konumunu muhafaza edemiyor.
Tabii gelirken onun için serilen kırmızı halıyı giderken görmek mümkün olmuyor. Ne basın ne de piyasalar, Gaye Erkan’ın istifasını ve vedasını pek kale almış gibi görünmüyor…
Zaten burada kredibilitesi yüksek olan kişi Mehmet Şimşek ki o da şimdilik yerini koruyor. (1 Nisan sabahı ne olacak, bilmiyoruz tabii…)
Peki, şimdi ne olacak?
Eğer kurlar şu anda zıplamıyorsa, bu, dünyada en yüksek faizler ve bunun sonucu olarak kabul edilebilecek enflasyonla ödenen bedelin bir sonucudur.
Bu, hala yeterli değilmiş gibi, varlık fonlarına ne var ne yoksa aktarılmış, Merkez Bankası rezervleri körfezin paralarıyla, swaplarla, rehinlerle ve hatta yeni "duyun-u umumiye"lerle ülkenin değerli madenlerinin işletme hakları karşılığında şişirilmeye çalışılmıştır.
Ancak, para politikası duruşunda bir U dönüşü olmadığı sürece, kimin kaptanlık koltuğunda oturduğunun bir önemi yoktur. Nasıl olsa bedel ödeyen bir halk var ve her zaman da olacak…
Zira kurumsal bağımsızlığın zayıf olduğu yerlerde, Merkez Bankası Başkanı'nın kim olduğu değil, siyasi iradenin ne dediği önemlidir.
Bu anma ve yas tutma gününde, ülkenin bir diğer önemli meselesini, ekonomi yönetimini ve Merkez Bankası konusunu ele alacağız.
Ülkenin mali kıblegâhının ilk kadın başkanı Hafize Gaye Erkan, başkanlık görevini ancak 7 ay 23 gün sürdürebildi. Onun kısa hikayesi, hem iktidar koridorlarında bir kadın olarak varolmanın ne demek olduğuna, hem de Saray’ın ekonomiyi ve siyaseti nasıl yönettiğine dair canlı bir örnek oldu.
Sahip olduğu parlak CV üzerinden ve aynı zamanda kadın olması hasebiyle medyanın ilgisini çekerek ve hayli pohpohlanarak Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın ilk kadın başkanı sıfatıyla tarihe geçeceği Gaye Erkan’ın aklına gelmiş midir, bilinmez. Ancak görev süresi boyunca aklına gelmeyen şeylerin başına gelmiş olduğu bir gerçek.
Bu dönemde ortaya atılan iddialar ve yaşanan olaylar, sadece bir bankanın yönetimine dair değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rolleri, güç dinamikleri ve medyanın etkisi gibi çok daha geniş temaları da gündeme getirdi.
Hafize Gaye Erkan'ın babası Erol Erkan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nda kendi krallığını kurmuş, odasını tahsis etmiş ve koridorlarda personeli fırçalayan bir figür olarak tasvir edildi. Bu durum, "Acaba bu yetki ve cesareti nereden alıyor?" sorusunu akıllara getirdi. Ve işte tam bu noktada sahneye bir iddia girdi: Erol Erkan, yıllardır Türk siyasetinde adından söz ettiren, gücü ve etkisiyle bilinen Mehmet Ağar'ın teyzesinin oğluymuş… İddia böyle.
Bu, siyasi ve toplumsal bağlantıların, kişisel yetki alanlarını nasıl genişletebileceğinin canlı bir örneği gibi duruyor. Gaye Erkan bu iddiaları tabii ki yalanlıyor.
Ancak tüm bunlar yine de, bankadaki oda tahsislerinden çok daha derin bir hikayenin yüzeydeki köpüğü gibi durmuyor mu sizce de?
Ayrıca biliyoruz ki; Erol Erkan’ın sergilediği iddia edilen davranışlar, Türkiye'nin siyasi ve sosyal yaşamındaki güç dinamiklerine dair kapsamlı bir analizle son derece uyuşabilir… Türkiye gerçekleri içinde olağan bir durum…
Hafize Gaye Erkan hakkında öne sürülen her bir iddia ve yaşanan olaylar ise Türkiye'nin sosyo-politik yapısında derinlemesine yer etmiş dinamiklerin yansımaları olarak okunabilir.
Belki de Sonun Başlangıcı…
Aralık ayında Ahmet Hakan’ın Hafize Gaye Erkan ile yaptığı o röportaj, belki de Erkan'ın Merkez Bankası Başkanlığı koltuğundaki son günlerinin öndeyişiydi.
Zira ekonomik analizlerin ve politika tartışmalarının sıkı takipçisi olan kamuoyu, birdenbire kendini bir "Sadık Abi" hikayesinin içinde buldu. Erkan'ın, fiyatların nabzını apartman görevlisinden tutma stratejisi, ekonomi yönetimine dair kitaplarda yer bulamayacak türden bir metodolojiydi, kuşkusuz.
Aslında bu samimi itiraf, finans dünyasının kuru ve soğuk atmosferine biraz olsun insan sıcaklığı getirmiş olabilir.
Ancak aynı zamanda, "Piyasaların çalkantılı sularında bir Merkez Bankası Başkanı neden Sadık Abi ile yüzüyor?" sorusunu da akıllara getirdi.
Yüksek kiralardan duyulan sıkıntı ve “Bir insanın 10 evi olmamalı, 10 insanın bir evi olmalı,” şeklindeki sosyal adalet çıkışı bazı kesimlerde, bir Merkez Bankası Başkanı’nın ağzından çıkmış olması bakımından biraz fazla “gerçekçi” bulundu.
Sonuç olarak, Erkan'ın röportajı, ekonomi politikalarının soğuk duvarlarında bir çatlak açtı ve kamuoyunun dikkatini, enflasyon rakamlarından çok, insanların günlük yaşam mücadelesine çevirdi.
Bu çatlak, belki de onun istifasına giden yolda ilk adım oldu. Ekonomi yönetiminin bu kadar "insani" bir yüzü, ironik bir şekilde, Erkan’ı, ekonomiyi yönetme görevinden uzaklaştıran sebeplerden biri haline geldi.
Asıl Konuşulması Gerekenler…
Hafize Gaye Erkan, ”Büyük bir itibar suikastı kampanyası düzenlendi" sözleriyle sahneyi terk ederken, ardında -5 yılda 6. başkan olarak- tabii ki AK Parti’nin önemli isimlerinden eski Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın yeğeni olan Fatih Karahan'a devrettiği bir koltuk bıraktı.
Ancak asıl mesele, bu koltuğun hikayesinden çok, onun üzerinde oturanın hikayesiydi.
Perdenin arkasında, asıl konuşulması gereken şeyler göz ardı edildi. Yani, bir Merkez Bankası Başkanı olarak onun görev süresi boyunca yaptıkları - veya yapamadıkları…
Erkan'ın görev süresi boyunca gösterdiği performans, ne yazık ki, pek de parlak değildi. Vadettiklerini hayata geçiremedi, kendisinden beklenenleri yerine getiremedi. Piyasaların soğuk tepkisine maruz kaldı ve daha önce görev yaptığı kurumlardan edindiği tecrübeyi kullanarak uluslararası bağlantıları aracılığıyla kaynak (100 milyar dolar) getireceği umudu, maalesef ki gerçekleşmedi. Erkan’a biçilen “hazine avcısı” rolü başarıya ulaşamadı. Zira yabancı yatırımcı sadece Hafize Gaye Erkan’ın ilişkilerine değil, ülkedeki hukuka, adalete, insan haklarına da bakar. Kendini güvence altında hissetmediği, iplerin tek bir kişinin elinde olduğu yere, kimin bağlantısı olursa olsun, yaklaşmaz.
Bu durum, merkez bankası başkanlığının fon yöneticiliğinden çok daha karmaşık bir disiplin olduğunu acı bir şekilde ortaya koydu. Türkiye’nin gözbebeği bir kuruma başkanlık etme kapasitesine sahip, çok iyi yetişmiş bir dünya bürokrat varken, yönetimin hiçbir kamu deneyimi olmayan bir isme teslim edilmesi, elbette ki doğru değildi.
Aslında beklenen fonları getiremeyeceği anlaşıldığında Gaye Erkan muhtemelen gözden çıkarılmıştı. Sadece hata yapması beklendi. Hatta belki de bunun için kışkırtıldı.
Onu göndermek tek bir bahaneye bakıyordu. Bir anda ellerine birden fazla bahane geçti.
Bu süreçte, Fatih Karahan aslında perde arkasında zaten Merkez Bankası'nın gerçek yöneticisi gibiydi. Şimdi ise resmi olarak da bu görev ona verildi.
Mehmet Şimşek’in, Gaye Erkan’ın istifasının bütünüyle şahsi bir karar olduğuna yönelik yaptığı açıklamalar ve Mehmet Ağar ile ilişkilendirilen çeşitli iddialar, Ahmet Hakan’a verdiği röportajda söyledikleri, hatta kendini dev aynasında gördüğüne, siyasete göz kırptığına dair “suçlamalar” da bu sürecin yalnızca yüzeydeki görünen kısmıydı…
Esas hikaye ise Saray’ın siyaseti ve ekonomiyi nasıl yönettiğinde kilitleniyor.
Merkez Bankası Başkanlığı Yapmak Zordur Bu Ülkede
Bu coğrafyada Merkez Bankası Başkanlığı yapmak, Sisifos’un efsanesini yaşamak gibidir; sonsuz bir çaba ve tekrarlanan bir mücadele.
Ne kadar yükseklere çıkmaya çalışılsa da, ekonomik ve siyasi baskıların ağırlığı altında, başladığınız noktaya geri dönmekten başka çare yoktur.
Bu ülkede, Erdoğan'ın ekonomi politikaları çerçevesinde dengeli bir rota çizmeye çalışmak, bir yandan dümende dururken diğer yandan da gözlerinizi kör eden bir fırtınada yol bulmaya çalışmak demektir.
Nas politikalarının çıkmaza girmesinden, genel seçimlerde yüzde 35’lere düşen oylardan ders alınmış olacak ki Mehmet Şimşek ile bir U dönüşü yapıldı ve rasyonel politikalar tekrar devreye sokuldu. Böyle bir ortamda Merkez Bankası Başkanı olmak, politik dengelerin sallantılı köprüsünde yürümek gibidir.
Yerel seçim rüzgarları eşliğinde, “iflas eden” ekonomi için çıkış yolu aranırken, Gaye Erkan'ın hikayesi, liyakatle ilgili her çığlık atanı susturabilecek bir CV'ye sahip olmasına rağmen, sarayın dışından biri olmanın zorluklarını gözler önüne seriyor.
Ve nihayetinde, Gaye Erkan sahneden çekiliyor. “Koruyan, saklayan, muhafaza eden” HAFİZE Gaye Erkan, konumunu muhafaza edemiyor.
Tabii gelirken onun için serilen kırmızı halıyı giderken görmek mümkün olmuyor. Ne basın ne de piyasalar, Gaye Erkan’ın istifasını ve vedasını pek kale almış gibi görünmüyor…
Zaten burada kredibilitesi yüksek olan kişi Mehmet Şimşek ki o da şimdilik yerini koruyor. (1 Nisan sabahı ne olacak, bilmiyoruz tabii…)
Peki, şimdi ne olacak?
Eğer kurlar şu anda zıplamıyorsa, bu, dünyada en yüksek faizler ve bunun sonucu olarak kabul edilebilecek enflasyonla ödenen bedelin bir sonucudur.
Bu, hala yeterli değilmiş gibi, varlık fonlarına ne var ne yoksa aktarılmış, Merkez Bankası rezervleri körfezin paralarıyla, swaplarla, rehinlerle ve hatta yeni "duyun-u umumiye"lerle ülkenin değerli madenlerinin işletme hakları karşılığında şişirilmeye çalışılmıştır.
Ancak, para politikası duruşunda bir U dönüşü olmadığı sürece, kimin kaptanlık koltuğunda oturduğunun bir önemi yoktur. Nasıl olsa bedel ödeyen bir halk var ve her zaman da olacak…
Zira kurumsal bağımsızlığın zayıf olduğu yerlerde, Merkez Bankası Başkanı'nın kim olduğu değil, siyasi iradenin ne dediği önemlidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.