Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Erdoğan yerel seçim bozgunundan sonra, hiç değilse iktidardan düştüğünde hesap vermek orunda kalmamak için can havliyle çeşitli adımlar atmaya çalışıyor olabilir.
Bu adımları atarken, halkın, onu iktidardan uzaklaştırması için oy verdiği başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, kendilerinden beklenin ne olduğunu anlamamış veya anlamak istemiyor olabilirler. Bu nedenle de kolaylıkla Erdoğan’ın “yumuşama” vb. gibi Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla hiç bir ilgisi olmayan kavramların peşine takılıp, Erdoğan’a zaman kazandırmış ve kazandırıyor olabilirler.
Halkın desteğini yitirmiş, azınlığa düşmüş olan AKP ve Erdoğan’ın, anlaşılması güç biçimde, halkın tepkisini daha da artıracak örneğin sokak köpeklerinin katli gibi akıl almaz, çağdışı girişimlerle gündemi değiştirmeye, başının üzerindeki tehlikeyi en azından bir süre için bir ölçüde uzaklaştırmaya çalışması, Erdoğan açısından son çare olabilir.
Ancak bütün bunlar ve daha nice girişim, Türkiye’nin gerçek gündeminin unutulması için yeterli değildir. Şimdi önce, birçok kişinin gündem değiştirme amaçlı olduğunu düşündüğü, sahipsiz köpeklerden başlayalım.
Sokak hayvanları sorunu nasıl oraya çıktı?
Sokak hayvanları konusunda, bundan neredeyse 30 yıl önce doğru politika belirlenmiş, uygar ülkelerin hemen hepsinde uygulanan yöntem esas alınarak, “kısırlaştır, aşıla ve alındıkları yere bırak”, “bakıma ve tedaviye gerek duyanlar için de düzgün hayvan barınakları yap.” ilkeleri üzerinde karar kılınarak bu hususlar yasaya bağlanmıştı. Bu görev de yurt sathına yayılmış, geniş bir, deneyimli veteriner kadrosuna sahip olan Tarım Bakanlığı’na verilmişti. Ancak hemen hemen aynı tarihlerde kurulan Çevre Bakanlığı, sokak hayvanlarının halkın ilgisini çeken, popüler bir konu olduğunu görerek, bu konuyu sahiplenmek için çaba göstermiş ve almıştı. Tek bir veterinere bile sahip olmayan bu bakanlık doğal olarak, konunun çözümüne hiçbir katkıda bulunamamış aksine yasanın uygulanmasına engel olmuştur. Çevre Bakanlığı, aracı kurumlar olarak belirlenen belediyelere de destek olmamıştır. Sonuçta sahipsiz hayvanlar gerçekten sahipsiz kalmış ve kısırlaştırılma programı uygulanmadığı için de sayıları hızla artmıştır.
Görevli bakanlık seçiminde yapılan yanlış, aradan onca yıl geçtikten sonra anlaşılınca konu Tarım ve Orman Bakanlığı’na iade edilmiş ancak bu kez de görev, Bakanlığın, orman bölümüne bağlı olan, Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir ki bu seçim de amaca uygun değildir. Sokak hayvanları konusu, öncelikle kısırlaştırma sorunudur.
Sokak hayvanlarının sayılarının artmasının bir diğer nedeni de kedi-köpek üretim yerleri ve “petshop” diye bilinen, kedi-köpek satış yerleri ile buralarda üretilen ve satılan hayvanların, kısa bir süre sonra sokağa terk edilmeleridir. Bu sorunun çözümü ise üretim ve satış yerlerinin ciddi biçimde denetlenmesinden ve bu hayvanlara, kimliklerini, özellikle sahiplerine ait bilgileri içeren çip takılmasından geçmektedir.
Konunun DKMP’ne verilmesinden sonra çip biraz daha ciddiye alınmış olmakla beraber, denetimler de, çip uygulaması da her zaman doğru ve yeterli değildir. Nitekim çoğu zaman çipli hayvanın çiplerinde gerekli bilgilerin bulunmadığı saptanmıştır. Bu da hayvanları satın alıp, sonra sokağa bırakan kişilerin izlenmesini olanaksız kılmaktadır.
Uyutma, öldürme demektir.
Sokak hayvanları tartışmasını en can alıcı noktası, “uyutma” olarak sunulan, “öldürme” eylemidir.
Adı ne olursa olsun, artık yaşayamayacak kadar hasta ve yaralı olanlar dışındaki sokak köpeklerinin öldürülmesi kabul edilemez. Yasa tasarısındaki “uyutma” maddesine örnek olarak İngiltere’nin gösterilmesi tam bir aldatmacadır. İngiltere ve benzeri ülkelerde “sokak köpeği” yoktur. Sahipsiz köpekler, sahibi ölmüş veya çok ender hallerde, sahibi tarafında sokağa bırakılmış, neredeyse iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdadır.
Sokak köpeklerinin yetersiz ve sağlıksız barınaklarda toplanmasını ve 30 gün içinde sahiplenilmezlerse, öldürülmelerini öngören yasa tasarısı zaten büyük ölçüde ortadan kalkmış olan toplumsal barışı daha da bozacak ve Erdoğan ile AKP’nin, halk nezdinde, büyük ölçüde kaybolan desteğinin daha da azalmasına yol açacaktır. Bu konunun gündem değiştirmek için bile ortaya atılması, başta Erdoğan ve AKP için önemli bir risktir. Geç olmadan bu girişimden vazgeçilmelidir. Türkiye’nin gerçek gündemi çok önemli konularla doludur. Şimdi bunların başlıcalarına kısaca göz atalım.
Dışişleri Bakanlığı’nda neler oluyor?
TBMM’de bir yandan da, Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu görüşülüyor. Bu konuyu daha önce bu köşede ele almıştım.* O nedenle Vakıf konusuna dönmeyeceğim ama Bakanlıkta ortaya çıkan ve vahim olduğunu düşündüğüm bir başla gelişmeye dikkat çekeceğim.
Bana ulaşan güvenilir bilgiler, Dışişleri Bakanlığı’nda yaygın bir “mobbing” uygulaması olduğuna işaret ediyor. O kadar ki, özellikle genç meslek memurlarının birçoğunun, karşılaştıkları “mobbing-taciz” nedeniyle psikolojik sorunlar yaşadığı söyleniyor.
2017 Anayasa’sı ile uygulamaya konan, “Tek Adam Rejimi” veya popüler tanımlamalarla, “Neo- Patrimonyal Sultanizm” veya “Şahsım Devleti” yönetiminin, Dışişleri Bakanlığı’ndaki gibi çok köklü bir amir-memur ilişkisini ortadan kaldırdığını, amirlerin, kendilerine daha yukarıdan gelen baskı ve mobbing’i maiyetlerindeki memurlara da aynen hatta bazı hallerde daha da şiddetle uyguladıkları anlaşılmaktadır. Bu tehlikeli bir gelişmedir.
Diplomatlık, bir insan yaşamının çok büyük bölümünün dili, örf ve adetleri Türkiye’den çok farklı yabancı ülkelerde ve toplumların içinde sürdürüldüğü bir meslektir. Bu nedenle de diplomatlar, her yönden yalnız insanlardır. Bu tür bir yalnızlığın, insan psikolojisi üzerinde önemli olumsuz etkileri vardır. Bu nedenle de diplomat, çok sağlam bir kişiliğe ve “çelik gibi sinir”lere sahip olmalıdır. Hele de çıkarları hemen hiç bir başka ülke ile aynı olmayan, hatta çoğu kez ters olan, bu nedenle de, Türkiye’nin çıkarlarını korumak için sürekli bir mücadele içinde yaşamak zorunda olan Türk diplomatları için. Bu tür ciddi zorluklarla yüz yüze olan Dışişleri Bakanlığı diplomatlarının bir de amirlerinin “mobbing” baskısı ile karşılaşmaları onların direncini çok daha çabuk kıracaktır. Bundan her ne pahasına olursa olsun uzak durulmalıdır. Aksi halde bedeli ülke için çok ağır olur.
Etki ajanlığı ve emekli askerlere konuşma yasağı**
Ortalık öylesine toz duman ki artık sözcükler, kavramlar bir anlam ifade etmiyor. “Etki ajanlığı” kavramı gibi. Burnumuzun dibinde, Gürcistan gibi bir ülkeyi bile karıştıran bu kavram, hangi akla hizmetse Türk ulusuna dayatılmak isteniyor. Hem de “yumuşama” türküleri çığrılırken! Gel de rahmetli İsmet İnönü’yü hatırlama. Akla ziyan laflar eden bir gazeteciye kısaca, “Hadi canım sende!” demişti. Ben “etki ajanı” kavramını ve İnönü’nün o ünlü yanıtını düşünürken, Erdoğan’ın ne düşündüğü, bu kez Milli Savunma Bakanlığı Yasası’na yapılmak istenen bir ekle, emekli generallerin, amirallerin, yazılı ve görsel basına açıklama yapmalarının, MSB’nın önceden iznine bağlanması girişimi, durumu büyük ölçüde açıklığa kavuşturdu. Belli ki Erdoğan artık, onunla aynı paralelde düşünenler dışında kimsenin konuşmasını, yazmasını istemiyor.
Korkarım bu iki değişiklik yasalaşırsa, örneğin Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu’na bir madde eklenerek, MSB emekli mensupları gibi, Dışişleri Bakanlığı emekli mensuplarına da benzer bir izin zorunluluğu getirilecektir.
Savaş Hali ve Seferberlik Yönetmeliği
Bütün bunlar olurken Erdoğan’ın kendi imzası ile kendisine verdiği, savaş hali ve seferberlik ilanı yetkisi gündeme bomba gibi düştü. Bu konudaki tartışmanın önemli bir unsuru da, “gerginlik ve buhran başlangıcı dönemleri”nin de bu yetkiye dâhil edilmiş olmasıydı. Ancak, bu genişletme, Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nda, 2000 yılındaki bir eklemeyle zaten yapılmıştı. Ancak o tarihte bu yetki, Bakanlar Kurulu’na aitti.
Nisan 2017’de yapılan tartışmalı halk oylaması ile kabul edilen Anayasa değişikliği ile Bakanlar Kurulu lağvedilmiş ve yetkileri Cumhurbaşkanına devredilmiştir. Dolayısıyla şimdi çıkarılan yönetmelik, 2000 yılında yapılan değişikliğin tescilinden ibarettir. Muhalefet başta olmak üzere böylesine önemli bir konu, 2017 Anayasa değişikliği sırasında dikkatlerden kaçmıştır. Diğer bir deyişle, bugün tartışılan konu, “Şahsım Devleti” rejimine geçişin sonucudur. Böyle bir Anayasa değişikliğinin ve getirilmek istenen rejimin, Türkiye’nin başına nasıl sorunlar açacağını, herkesten hatta muhalefetteki siyasetçilerden bile önce, 20 Ocak 20217 tarihinde bir “Duyuru” ile kamuoyunun dikkatine getirenler ise büyük bir grup, emekli büyükelçi ve Dışişleri Bakanlığı emekli mensubu olmuştu. Demek haklıymışlar.
Yazı uzadı ama Türkiye’nin gerçek ve yapay gündemi ile gerçek gündemin, pek az kişi tarafından bilinen niteliğini ve geçmişini daha kısa yazamadım. Ne kusur eylemişsem affola!
* Bir garip vakıf: Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Muhalif 14 Mayıs 2024
** İran, Ortadoğu, seferberlik yetkisi ve yeni yasalar. Muhalif 23 Mayıs 2024
Bu adımları atarken, halkın, onu iktidardan uzaklaştırması için oy verdiği başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, kendilerinden beklenin ne olduğunu anlamamış veya anlamak istemiyor olabilirler. Bu nedenle de kolaylıkla Erdoğan’ın “yumuşama” vb. gibi Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla hiç bir ilgisi olmayan kavramların peşine takılıp, Erdoğan’a zaman kazandırmış ve kazandırıyor olabilirler.
Halkın desteğini yitirmiş, azınlığa düşmüş olan AKP ve Erdoğan’ın, anlaşılması güç biçimde, halkın tepkisini daha da artıracak örneğin sokak köpeklerinin katli gibi akıl almaz, çağdışı girişimlerle gündemi değiştirmeye, başının üzerindeki tehlikeyi en azından bir süre için bir ölçüde uzaklaştırmaya çalışması, Erdoğan açısından son çare olabilir.
Ancak bütün bunlar ve daha nice girişim, Türkiye’nin gerçek gündeminin unutulması için yeterli değildir. Şimdi önce, birçok kişinin gündem değiştirme amaçlı olduğunu düşündüğü, sahipsiz köpeklerden başlayalım.
Sokak hayvanları sorunu nasıl oraya çıktı?
Sokak hayvanları konusunda, bundan neredeyse 30 yıl önce doğru politika belirlenmiş, uygar ülkelerin hemen hepsinde uygulanan yöntem esas alınarak, “kısırlaştır, aşıla ve alındıkları yere bırak”, “bakıma ve tedaviye gerek duyanlar için de düzgün hayvan barınakları yap.” ilkeleri üzerinde karar kılınarak bu hususlar yasaya bağlanmıştı. Bu görev de yurt sathına yayılmış, geniş bir, deneyimli veteriner kadrosuna sahip olan Tarım Bakanlığı’na verilmişti. Ancak hemen hemen aynı tarihlerde kurulan Çevre Bakanlığı, sokak hayvanlarının halkın ilgisini çeken, popüler bir konu olduğunu görerek, bu konuyu sahiplenmek için çaba göstermiş ve almıştı. Tek bir veterinere bile sahip olmayan bu bakanlık doğal olarak, konunun çözümüne hiçbir katkıda bulunamamış aksine yasanın uygulanmasına engel olmuştur. Çevre Bakanlığı, aracı kurumlar olarak belirlenen belediyelere de destek olmamıştır. Sonuçta sahipsiz hayvanlar gerçekten sahipsiz kalmış ve kısırlaştırılma programı uygulanmadığı için de sayıları hızla artmıştır.
Görevli bakanlık seçiminde yapılan yanlış, aradan onca yıl geçtikten sonra anlaşılınca konu Tarım ve Orman Bakanlığı’na iade edilmiş ancak bu kez de görev, Bakanlığın, orman bölümüne bağlı olan, Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir ki bu seçim de amaca uygun değildir. Sokak hayvanları konusu, öncelikle kısırlaştırma sorunudur.
Sokak hayvanlarının sayılarının artmasının bir diğer nedeni de kedi-köpek üretim yerleri ve “petshop” diye bilinen, kedi-köpek satış yerleri ile buralarda üretilen ve satılan hayvanların, kısa bir süre sonra sokağa terk edilmeleridir. Bu sorunun çözümü ise üretim ve satış yerlerinin ciddi biçimde denetlenmesinden ve bu hayvanlara, kimliklerini, özellikle sahiplerine ait bilgileri içeren çip takılmasından geçmektedir.
Konunun DKMP’ne verilmesinden sonra çip biraz daha ciddiye alınmış olmakla beraber, denetimler de, çip uygulaması da her zaman doğru ve yeterli değildir. Nitekim çoğu zaman çipli hayvanın çiplerinde gerekli bilgilerin bulunmadığı saptanmıştır. Bu da hayvanları satın alıp, sonra sokağa bırakan kişilerin izlenmesini olanaksız kılmaktadır.
Uyutma, öldürme demektir.
Sokak hayvanları tartışmasını en can alıcı noktası, “uyutma” olarak sunulan, “öldürme” eylemidir.
Adı ne olursa olsun, artık yaşayamayacak kadar hasta ve yaralı olanlar dışındaki sokak köpeklerinin öldürülmesi kabul edilemez. Yasa tasarısındaki “uyutma” maddesine örnek olarak İngiltere’nin gösterilmesi tam bir aldatmacadır. İngiltere ve benzeri ülkelerde “sokak köpeği” yoktur. Sahipsiz köpekler, sahibi ölmüş veya çok ender hallerde, sahibi tarafında sokağa bırakılmış, neredeyse iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdadır.
Sokak köpeklerinin yetersiz ve sağlıksız barınaklarda toplanmasını ve 30 gün içinde sahiplenilmezlerse, öldürülmelerini öngören yasa tasarısı zaten büyük ölçüde ortadan kalkmış olan toplumsal barışı daha da bozacak ve Erdoğan ile AKP’nin, halk nezdinde, büyük ölçüde kaybolan desteğinin daha da azalmasına yol açacaktır. Bu konunun gündem değiştirmek için bile ortaya atılması, başta Erdoğan ve AKP için önemli bir risktir. Geç olmadan bu girişimden vazgeçilmelidir. Türkiye’nin gerçek gündemi çok önemli konularla doludur. Şimdi bunların başlıcalarına kısaca göz atalım.
Dışişleri Bakanlığı’nda neler oluyor?
TBMM’de bir yandan da, Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu görüşülüyor. Bu konuyu daha önce bu köşede ele almıştım.* O nedenle Vakıf konusuna dönmeyeceğim ama Bakanlıkta ortaya çıkan ve vahim olduğunu düşündüğüm bir başla gelişmeye dikkat çekeceğim.
Bana ulaşan güvenilir bilgiler, Dışişleri Bakanlığı’nda yaygın bir “mobbing” uygulaması olduğuna işaret ediyor. O kadar ki, özellikle genç meslek memurlarının birçoğunun, karşılaştıkları “mobbing-taciz” nedeniyle psikolojik sorunlar yaşadığı söyleniyor.
2017 Anayasa’sı ile uygulamaya konan, “Tek Adam Rejimi” veya popüler tanımlamalarla, “Neo- Patrimonyal Sultanizm” veya “Şahsım Devleti” yönetiminin, Dışişleri Bakanlığı’ndaki gibi çok köklü bir amir-memur ilişkisini ortadan kaldırdığını, amirlerin, kendilerine daha yukarıdan gelen baskı ve mobbing’i maiyetlerindeki memurlara da aynen hatta bazı hallerde daha da şiddetle uyguladıkları anlaşılmaktadır. Bu tehlikeli bir gelişmedir.
Diplomatlık, bir insan yaşamının çok büyük bölümünün dili, örf ve adetleri Türkiye’den çok farklı yabancı ülkelerde ve toplumların içinde sürdürüldüğü bir meslektir. Bu nedenle de diplomatlar, her yönden yalnız insanlardır. Bu tür bir yalnızlığın, insan psikolojisi üzerinde önemli olumsuz etkileri vardır. Bu nedenle de diplomat, çok sağlam bir kişiliğe ve “çelik gibi sinir”lere sahip olmalıdır. Hele de çıkarları hemen hiç bir başka ülke ile aynı olmayan, hatta çoğu kez ters olan, bu nedenle de, Türkiye’nin çıkarlarını korumak için sürekli bir mücadele içinde yaşamak zorunda olan Türk diplomatları için. Bu tür ciddi zorluklarla yüz yüze olan Dışişleri Bakanlığı diplomatlarının bir de amirlerinin “mobbing” baskısı ile karşılaşmaları onların direncini çok daha çabuk kıracaktır. Bundan her ne pahasına olursa olsun uzak durulmalıdır. Aksi halde bedeli ülke için çok ağır olur.
Etki ajanlığı ve emekli askerlere konuşma yasağı**
Ortalık öylesine toz duman ki artık sözcükler, kavramlar bir anlam ifade etmiyor. “Etki ajanlığı” kavramı gibi. Burnumuzun dibinde, Gürcistan gibi bir ülkeyi bile karıştıran bu kavram, hangi akla hizmetse Türk ulusuna dayatılmak isteniyor. Hem de “yumuşama” türküleri çığrılırken! Gel de rahmetli İsmet İnönü’yü hatırlama. Akla ziyan laflar eden bir gazeteciye kısaca, “Hadi canım sende!” demişti. Ben “etki ajanı” kavramını ve İnönü’nün o ünlü yanıtını düşünürken, Erdoğan’ın ne düşündüğü, bu kez Milli Savunma Bakanlığı Yasası’na yapılmak istenen bir ekle, emekli generallerin, amirallerin, yazılı ve görsel basına açıklama yapmalarının, MSB’nın önceden iznine bağlanması girişimi, durumu büyük ölçüde açıklığa kavuşturdu. Belli ki Erdoğan artık, onunla aynı paralelde düşünenler dışında kimsenin konuşmasını, yazmasını istemiyor.
Korkarım bu iki değişiklik yasalaşırsa, örneğin Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Kanunu’na bir madde eklenerek, MSB emekli mensupları gibi, Dışişleri Bakanlığı emekli mensuplarına da benzer bir izin zorunluluğu getirilecektir.
Savaş Hali ve Seferberlik Yönetmeliği
Bütün bunlar olurken Erdoğan’ın kendi imzası ile kendisine verdiği, savaş hali ve seferberlik ilanı yetkisi gündeme bomba gibi düştü. Bu konudaki tartışmanın önemli bir unsuru da, “gerginlik ve buhran başlangıcı dönemleri”nin de bu yetkiye dâhil edilmiş olmasıydı. Ancak, bu genişletme, Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu’nda, 2000 yılındaki bir eklemeyle zaten yapılmıştı. Ancak o tarihte bu yetki, Bakanlar Kurulu’na aitti.
Nisan 2017’de yapılan tartışmalı halk oylaması ile kabul edilen Anayasa değişikliği ile Bakanlar Kurulu lağvedilmiş ve yetkileri Cumhurbaşkanına devredilmiştir. Dolayısıyla şimdi çıkarılan yönetmelik, 2000 yılında yapılan değişikliğin tescilinden ibarettir. Muhalefet başta olmak üzere böylesine önemli bir konu, 2017 Anayasa değişikliği sırasında dikkatlerden kaçmıştır. Diğer bir deyişle, bugün tartışılan konu, “Şahsım Devleti” rejimine geçişin sonucudur. Böyle bir Anayasa değişikliğinin ve getirilmek istenen rejimin, Türkiye’nin başına nasıl sorunlar açacağını, herkesten hatta muhalefetteki siyasetçilerden bile önce, 20 Ocak 20217 tarihinde bir “Duyuru” ile kamuoyunun dikkatine getirenler ise büyük bir grup, emekli büyükelçi ve Dışişleri Bakanlığı emekli mensubu olmuştu. Demek haklıymışlar.
Yazı uzadı ama Türkiye’nin gerçek ve yapay gündemi ile gerçek gündemin, pek az kişi tarafından bilinen niteliğini ve geçmişini daha kısa yazamadım. Ne kusur eylemişsem affola!
* Bir garip vakıf: Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı Muhalif 14 Mayıs 2024
** İran, Ortadoğu, seferberlik yetkisi ve yeni yasalar. Muhalif 23 Mayıs 2024
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.