Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
Korona virüsünün ortaya çıkardığı yeni sorunlar, özellikle sağlık ürünlerinin hepsini yurt dışında imal eden şirketlerin kendi vatanlarının acil ihtiyaçlarına gerekli ürünler üretim yaptığı ülkelerin iznini gerektirmiş ve sağlık sorunlarına kısa sürede müdahale edilemediğini ispat etmiştir. Sonuçta ölüm ve yıkımlar artmış kendi ülkeleri zarar görmüştür. O zaman bir karar vermek gerekir: Herşeyi ucuz da olsa bazı ürünler ülke içinde üretmek mi yoksa dışarıya bağımlı olmaya devam etmek mi?
O halde küreselleşme olgusuna yeniden bakmak ve ortaya çıkan yeni sorunların nasıl çözüleceğini düşünmek zorunlu hale gelmiştir.
Kısaca özetlemek gerekirse küreselleşmenin temelinde dünya üzerindeki 8 milyara yakın tüketiciyi hedef alarak üretim ve dağıtım yapmak fikri yatar. Yani üretimi, tüketimi ve şirket yönetimini küresel bir olgu olarak ele almak varsayımı öne çıkar. Böylece Araştırma ve Geliştirmeye, üretim ile reklamcılık ve tanıtma, lojistik ve depolama gibi fonksiyonları çok sayıda ürün ve tüketiciye yayarak birim başına maliyetleri düşürmek temel beklentidir. Temel beklentiye göre sonuçta malların maliyeti düşeceği için ister istemez satış fiyatları da düşecek, böylece bir taraftan şirket karları büyürken, bir taraftan da fiyatlar düşeceğinden bu gelişmeden herkes fayda sağlayacaktır. Böyle bir düzende baş aktörler olarak ortaya çıkanlar elbette şirketler, daha doğrusu çok uluslu ve küreselleşmiş şirketler olacaktır.
Bu tablonun nihai amacı, tüm dünyayı tek bir iç piyasa şekline dönüştürerek, mal, hizmet, emek ve para ile bilgi akışının önündeki engelleri kaldırmaktır. Bu işe diş ticarette serbestlik, iç ticarette serbestlik ve serbest rekabet kurallarının uygulanmasını gerekli kılar. Sonuçta David Ricardo’nun Political Economy yapıtında öngörülen “karşılaştırmalı avantajlar kuralları” işleyeceğinden, her ülke en iyi olduğu, en verimli olduğu alanlarda üstünlük sağlayarak göreceli olarak bu alanlarda avantajlı ve karlı çıkacaktır.
Kuramsal olarak gayet akılcı gelen bu görüş, bilim ve teknolojinin ulaştığı düzeyde, dünyanın küçüldüğü, bankacılık, sigortacılık ve para piyasalarının birbirlerini daha büyük ölçekte ve oranda etkilediğini göz önüne alırsak, kanun koyucu ve uygulamacıların da en az şirketler kadar aktif ve güncel olmalarını zorunlu kılar.
O halde devlet konuya müdahil olmak ve görevini yeniden tanımlamak zorunda kalmıştır.
Geçmişe bakarsak 2008 lerde Amerikada ortaya çıkan “güvenilir olmayanlara verilen” ve sonuçta batık para haline dönüşen milyarlarca dolarlık mortgage-ipotek-lerin temelindeki en önemli sorun, bu çağda ülkenin bankacılık ve ipotek sistemini nin 1940’ların kuralları ile yönetilmeye çalışmaktan kaynaklanmasıdır. Yani kanun koyucu, piyasa düzenleyici ve gözetleyici rolündeki Amerikan hükümeti bu görevlerini gerektiği gibi yapmamıştır.
Denetimden ve yasal temelden uzak, herkesin istediğini yaptığı ipotek piyasasındaki aracılar, hiç bir kredisi olmayanlara kredi verilmesi için sahte belgeler düzenlemişler, hayali varlıklar yaratmışlar, hatta bazı internet siteleri sahte “çalışma ve referans” belgeleri bile hazırlayıp satar olmuştur. Borç alanlara kredilerin koşulları tam anlatılmamış, borç alanlar ise “ev fiyatlarının gelecekte artacağı” varsayımı ve umudu ile ödeyemeyecekleri borçlara imza atmışlardır. Ayrıca belirli bir süre sabit, daha sonra değişken faiz haline dönüşecek olan kredi faizlerinin birdenbire yükselmesi ile bu borçlular sorumluluklarını yerine getirememişler, evleri ellerinden alınmıştır. Bu sayı özellikle zenciler arasında daha büyük bir oranda gerçekleşmiş, sonuçta yüzbinlerce ev bankaların elinde kalmış, bu ise ev fiyatlarının büyük ölçüde düşmesine neden olmuştur. Daha 2007 yılında 600 bin dolar eden evler bir ara 300 bin dolardan alıcı bulamaz hale gelmiştir. Amerikan Merkez Bankası faizleri yüzde 2’ye düşürerek, kredilerin ucuzlamasını sağlamış, şirketlere hazineden destek vermiş, konut sektörünü ve ekonomiyi 8 yılda canlandırmayı başarmıştır. Bu arada da yasal alt yapı daha düzenli hale getirilmiştir.
Burada ortaya çıkan gerçek devletin düzenleyicilik, denetim ve kanun koyuculuk görevinin daha da zorunlu hale gelmesine neden olması altyapısı ve yasal temeli ve kuralları tam belirlenmemiş “azgın bir kapitalizm” bizzat kapitalist sistemi içinden yıkacak hale gelmiş bulunmasıdır. Bu konuda yayımlanan “Ünleashed Capitalism-İpini Koparmış Kapitalizm” diye bir de kitap bulunmaktadır. Yazar Andrew Glyn’e göre, kontrolden çıkmış kapitalizm, küreselleşme olgusunu eşitsizlikler yaratan bir değişme yaratarak milyonlarca kişiyi açlık sınırına itmiştir.
Böylece küreselleşmenin “şirketleri tamamen denetim dışı bırakarak, onların kar hırsını ve azgınlığını serbestleştirmesinin” bizzat şirketlere zarar vereceği gerçeği ortaya çıkmıştır. Böylece küçültülmek istenen devletin rolünü yeniden tanımlamak, daha çok müdahale yerine, daha sorumlu oyunun kurallarını belirleyen ve bu kuralların uygulanmasını denetleyen bir devlet haline geldiği görüşü öne çıkmaktadır. Yani küreselleşme “sadece şirketlere” bırakılamayacak kadar ciddi bir olgu olarak yeniden düşünülmektedir. Bu arada bazı az gelişmiş ülkelerde ise bırakın devletin yeni rolünü tanımlamayı, yönetenlerin hırsı, rant düşkünlüğü, havuzculuk uygulaması, cehalet, rüşvet ve irtikabın etkisinde devletler müteahhit ve ithalatçı şirketlerin ortağı haline getirilmiş, devlet tamamen ipini koparmış azgın kapitalizmin oyuncağı ve piyonu haline dönüştürülmüştür. Bazı ülkelerde tarımsal ürünlerin ve temel gıdaların bile ithalatçılara bırakılması halkları kuru soğana muhtaç haline getirmiştir
O halde küreselleşme olgusuna yeniden bakmak ve ortaya çıkan yeni sorunların nasıl çözüleceğini düşünmek zorunlu hale gelmiştir.
Kısaca özetlemek gerekirse küreselleşmenin temelinde dünya üzerindeki 8 milyara yakın tüketiciyi hedef alarak üretim ve dağıtım yapmak fikri yatar. Yani üretimi, tüketimi ve şirket yönetimini küresel bir olgu olarak ele almak varsayımı öne çıkar. Böylece Araştırma ve Geliştirmeye, üretim ile reklamcılık ve tanıtma, lojistik ve depolama gibi fonksiyonları çok sayıda ürün ve tüketiciye yayarak birim başına maliyetleri düşürmek temel beklentidir. Temel beklentiye göre sonuçta malların maliyeti düşeceği için ister istemez satış fiyatları da düşecek, böylece bir taraftan şirket karları büyürken, bir taraftan da fiyatlar düşeceğinden bu gelişmeden herkes fayda sağlayacaktır. Böyle bir düzende baş aktörler olarak ortaya çıkanlar elbette şirketler, daha doğrusu çok uluslu ve küreselleşmiş şirketler olacaktır.
Bu tablonun nihai amacı, tüm dünyayı tek bir iç piyasa şekline dönüştürerek, mal, hizmet, emek ve para ile bilgi akışının önündeki engelleri kaldırmaktır. Bu işe diş ticarette serbestlik, iç ticarette serbestlik ve serbest rekabet kurallarının uygulanmasını gerekli kılar. Sonuçta David Ricardo’nun Political Economy yapıtında öngörülen “karşılaştırmalı avantajlar kuralları” işleyeceğinden, her ülke en iyi olduğu, en verimli olduğu alanlarda üstünlük sağlayarak göreceli olarak bu alanlarda avantajlı ve karlı çıkacaktır.
Kuramsal olarak gayet akılcı gelen bu görüş, bilim ve teknolojinin ulaştığı düzeyde, dünyanın küçüldüğü, bankacılık, sigortacılık ve para piyasalarının birbirlerini daha büyük ölçekte ve oranda etkilediğini göz önüne alırsak, kanun koyucu ve uygulamacıların da en az şirketler kadar aktif ve güncel olmalarını zorunlu kılar.
O halde devlet konuya müdahil olmak ve görevini yeniden tanımlamak zorunda kalmıştır.
Geçmişe bakarsak 2008 lerde Amerikada ortaya çıkan “güvenilir olmayanlara verilen” ve sonuçta batık para haline dönüşen milyarlarca dolarlık mortgage-ipotek-lerin temelindeki en önemli sorun, bu çağda ülkenin bankacılık ve ipotek sistemini nin 1940’ların kuralları ile yönetilmeye çalışmaktan kaynaklanmasıdır. Yani kanun koyucu, piyasa düzenleyici ve gözetleyici rolündeki Amerikan hükümeti bu görevlerini gerektiği gibi yapmamıştır.
Denetimden ve yasal temelden uzak, herkesin istediğini yaptığı ipotek piyasasındaki aracılar, hiç bir kredisi olmayanlara kredi verilmesi için sahte belgeler düzenlemişler, hayali varlıklar yaratmışlar, hatta bazı internet siteleri sahte “çalışma ve referans” belgeleri bile hazırlayıp satar olmuştur. Borç alanlara kredilerin koşulları tam anlatılmamış, borç alanlar ise “ev fiyatlarının gelecekte artacağı” varsayımı ve umudu ile ödeyemeyecekleri borçlara imza atmışlardır. Ayrıca belirli bir süre sabit, daha sonra değişken faiz haline dönüşecek olan kredi faizlerinin birdenbire yükselmesi ile bu borçlular sorumluluklarını yerine getirememişler, evleri ellerinden alınmıştır. Bu sayı özellikle zenciler arasında daha büyük bir oranda gerçekleşmiş, sonuçta yüzbinlerce ev bankaların elinde kalmış, bu ise ev fiyatlarının büyük ölçüde düşmesine neden olmuştur. Daha 2007 yılında 600 bin dolar eden evler bir ara 300 bin dolardan alıcı bulamaz hale gelmiştir. Amerikan Merkez Bankası faizleri yüzde 2’ye düşürerek, kredilerin ucuzlamasını sağlamış, şirketlere hazineden destek vermiş, konut sektörünü ve ekonomiyi 8 yılda canlandırmayı başarmıştır. Bu arada da yasal alt yapı daha düzenli hale getirilmiştir.
Burada ortaya çıkan gerçek devletin düzenleyicilik, denetim ve kanun koyuculuk görevinin daha da zorunlu hale gelmesine neden olması altyapısı ve yasal temeli ve kuralları tam belirlenmemiş “azgın bir kapitalizm” bizzat kapitalist sistemi içinden yıkacak hale gelmiş bulunmasıdır. Bu konuda yayımlanan “Ünleashed Capitalism-İpini Koparmış Kapitalizm” diye bir de kitap bulunmaktadır. Yazar Andrew Glyn’e göre, kontrolden çıkmış kapitalizm, küreselleşme olgusunu eşitsizlikler yaratan bir değişme yaratarak milyonlarca kişiyi açlık sınırına itmiştir.
Böylece küreselleşmenin “şirketleri tamamen denetim dışı bırakarak, onların kar hırsını ve azgınlığını serbestleştirmesinin” bizzat şirketlere zarar vereceği gerçeği ortaya çıkmıştır. Böylece küçültülmek istenen devletin rolünü yeniden tanımlamak, daha çok müdahale yerine, daha sorumlu oyunun kurallarını belirleyen ve bu kuralların uygulanmasını denetleyen bir devlet haline geldiği görüşü öne çıkmaktadır. Yani küreselleşme “sadece şirketlere” bırakılamayacak kadar ciddi bir olgu olarak yeniden düşünülmektedir. Bu arada bazı az gelişmiş ülkelerde ise bırakın devletin yeni rolünü tanımlamayı, yönetenlerin hırsı, rant düşkünlüğü, havuzculuk uygulaması, cehalet, rüşvet ve irtikabın etkisinde devletler müteahhit ve ithalatçı şirketlerin ortağı haline getirilmiş, devlet tamamen ipini koparmış azgın kapitalizmin oyuncağı ve piyonu haline dönüştürülmüştür. Bazı ülkelerde tarımsal ürünlerin ve temel gıdaların bile ithalatçılara bırakılması halkları kuru soğana muhtaç haline getirmiştir
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.