Big
Forum Üyesi
- Katılım
- 18 Eki 2022
- Mesajlar
- 1,811
- Puanları
- 0
“Devletin içinde hukuk dışı yapılanması olan, kendi tarikatları dışında kim varsa fişleyip nifak üreten odaklarla asla yolumuz kesişemez. Türkiye bir hukuk devletidir. Devlet hukukla yollarını ayırırsa çeteden farkı kalmaz.”
Devlet Bahçeli
Bu cümleye itiraz etmek mümkün değil. Tartışılır bir tarafı bile yok, cümlenin her tarafı doğru.
Bu cümlenin her tarafı doğru ama o cümleyi söylemeye sebep olan şey ne? Aslına bakarsanız bu konu; Ayhan Bora Kaplan davası ile gündeme gelen ve MHP’ye karşı kurulmuş bir kumpas iddiası ile ilgili söylendiği için, sadece tırnak içinde bir ifade olarak değerlendirilmesi zor.
Yine de olayın hiç o taraflarını düşünmediğimizde; bu cümlenin iktidarın siyasi ortağı açısından itiraf, tek başına bir siyasi parti lideri açısından da son derece sert bir eleştiri olarak algılanacağı kesin.
Genel olarak bizim siyasi zeminimizde, sözlerin içeriği ile değil sahipleri ile ilgili olarak değerlendirme yapma geleneği hakim olduğu için meseleye tek bir cümle olarak bakmak da zaten mümkün değil. Bahsi geçen davada yaşananlarla birlikte spor ve dış politika hariç, son dönemde konuştuğumuz bütün konuların temelinde hukuk var. Dahası o hukuk meselelerini konuşurken de olduğu gibi siyasetin içinde konuşuyoruz. Bu durumun en ürkütücü tarafı da, iktidarı ve muhalefeti ile kanıksanmış olması. Yani bir zamanlar Bülent Arınç tarafından yüksek yargı başkan seçimleri için söylenen “Allah verdikçe veriyor” şeklindeki vecize, artık bir realite olarak toplumun geneli tarafından kabul edildi artık.
Ama elbette birbirinden bağımsız olmasa da, Sayın Bahçeli’nin iddialarının doğru olması durumunda işin çok daha ürkütücü bölümleri de var demektir. Şahsen bir gazeteci olarak iddiaların ne kadarının doğru ya da yanlış olduğunu ispat seviyesinde bilecek kadar uzman değilim ama ortada iddiaların doğru olabileceğini destekleyen emareler de var. Buna rağmen bu emareler ve ortaya saçılan bilgiler iddia sahipleri açısından net bir masumiyet karinesi de oluşturmuyor.
Ama biz yine de iddiaların tamamının eksiksiz doğru olduğunu kabul ederek, Sayın Bahçeli’nin girişte yazdığım ve her harfine katıldığım cümlesi üzerinden bakalım meseleye.
Öncelikle Bahçeli’nin bu tespiti, Ayhan Bora Kaplan davası üzerinden değerlendirildiğinde hem İçişleri hem de Adalet bakanlığı açısından büyük bir tehlikeye daha işaret ediyor demektir. Buradaki daha ifadesini kullanma sebebim, yakın tarihimizin en büyük travması olan ve Fetö terör örgütü tarafından oluşturulan paralel devlet yapılanmasının acı tecrübesidir. O dönemde Sayın Bahçeli tarafından da defalarca bu konuda uyarılan hükümet yetkililerinin eleştirilere verdiği cevaplar hala aklımızdadır sanırım.
Sonrasında da Fetö terör örgütünün yerine başkaca vesayet unsurlarının sivil toplum örgütü makyaj ve maskesi ile devlet içinde devlet olma yolunda oldukları konusunda muhalefetin yaptığı uyarıları da herkes hatırlıyordur. Garip olan, yine bir önceki seferde olduğu gibi hadise iktidar sahipleri ve ortaklarına ulaşıncaya kadar olayın “kargalar bile güler” vecizesindeki gibi algılanması.
Bugün ise vesayete müsaade edilmeyeceğinin altı yeniden çizilmeye başlanmış durumda. O zamanlar, askeri vesayetin yerine bir cemaatin vesayetini koyamazsınız diye uyarılanlar, o cemaatin aslında cemaat değil terör örgütü olduğunu anladığında iş işten geçmişti. O yüzden Sayın Bahçeli’nin uyarıları bu sefer de oldukça ciddi.
Ancak, 2016 yılının üzerinden neredeyse 8 yıl geçmiş olmasına rağmen bu iddiaların doğru olması aslında neye işaret eder diye sorma hakkımız bence buradaki en önemli sorudur. ‘8 yıldır bu ülkeyi kim yönetiyor?’ da hala bürokrasisinin vesayetinden bahsediliyor mesela.
İşte tam burada, aklıma atanamayan öğretmenlere verilen mülakat cevapları geliyor. Mesela, ‘mülakat gibi mülakat yapacağız’ sözleri. ‘Velilerin çocuklarını öyle her öğretmene emanet edemeyeceği’ sözleri. Öğretmenler atanamazken, sivil toplum kuruluşları adı altında Sayın Bahçeli’nin yazının başındaki cümlesine muhatap olabileceklerin çocuklara değerler eğitimi vermesi geliyor aklıma.
O mülakatların, devletin ve ülkenin bekası için gerekli olduğu fikrinin aslında ne kadar da doğru olduğu ama mülakatların asıl amacının ne olduğu arasındaki çelişkiyi en iyi tespit edebilecek cümle olarak da Sayın Bahçeli’nin yukarıdaki cümlesinin altını çizmek lazım sanırım.
Bence o cümleyi, en çok ve tekrar tekrar okuması gereken devlette mülakatı savunan ve bu mülakatları olması gereken gibi değil sadece bir kısmın önünü açmak için yapanlar tekrar tekrar okumalı.
Sayın Bahçeli de sözlerinin muhatabını da bizimle daha açık paylaşırsa seviniriz. Bu arada bu yazının Ayhan Bora Kaplan davası ile herhangi bir alakası da, iddiaların dava ile ilgili kısmının doğru yanlış olması ile de bir ilgisi yoktur. Bu yazı yetkisi olanların sorumluluğunu da hatırlatmak için yazılmıştır sadece…
Devlet Bahçeli
Bu cümleye itiraz etmek mümkün değil. Tartışılır bir tarafı bile yok, cümlenin her tarafı doğru.
Bu cümlenin her tarafı doğru ama o cümleyi söylemeye sebep olan şey ne? Aslına bakarsanız bu konu; Ayhan Bora Kaplan davası ile gündeme gelen ve MHP’ye karşı kurulmuş bir kumpas iddiası ile ilgili söylendiği için, sadece tırnak içinde bir ifade olarak değerlendirilmesi zor.
Yine de olayın hiç o taraflarını düşünmediğimizde; bu cümlenin iktidarın siyasi ortağı açısından itiraf, tek başına bir siyasi parti lideri açısından da son derece sert bir eleştiri olarak algılanacağı kesin.
Genel olarak bizim siyasi zeminimizde, sözlerin içeriği ile değil sahipleri ile ilgili olarak değerlendirme yapma geleneği hakim olduğu için meseleye tek bir cümle olarak bakmak da zaten mümkün değil. Bahsi geçen davada yaşananlarla birlikte spor ve dış politika hariç, son dönemde konuştuğumuz bütün konuların temelinde hukuk var. Dahası o hukuk meselelerini konuşurken de olduğu gibi siyasetin içinde konuşuyoruz. Bu durumun en ürkütücü tarafı da, iktidarı ve muhalefeti ile kanıksanmış olması. Yani bir zamanlar Bülent Arınç tarafından yüksek yargı başkan seçimleri için söylenen “Allah verdikçe veriyor” şeklindeki vecize, artık bir realite olarak toplumun geneli tarafından kabul edildi artık.
Ama elbette birbirinden bağımsız olmasa da, Sayın Bahçeli’nin iddialarının doğru olması durumunda işin çok daha ürkütücü bölümleri de var demektir. Şahsen bir gazeteci olarak iddiaların ne kadarının doğru ya da yanlış olduğunu ispat seviyesinde bilecek kadar uzman değilim ama ortada iddiaların doğru olabileceğini destekleyen emareler de var. Buna rağmen bu emareler ve ortaya saçılan bilgiler iddia sahipleri açısından net bir masumiyet karinesi de oluşturmuyor.
Ama biz yine de iddiaların tamamının eksiksiz doğru olduğunu kabul ederek, Sayın Bahçeli’nin girişte yazdığım ve her harfine katıldığım cümlesi üzerinden bakalım meseleye.
Öncelikle Bahçeli’nin bu tespiti, Ayhan Bora Kaplan davası üzerinden değerlendirildiğinde hem İçişleri hem de Adalet bakanlığı açısından büyük bir tehlikeye daha işaret ediyor demektir. Buradaki daha ifadesini kullanma sebebim, yakın tarihimizin en büyük travması olan ve Fetö terör örgütü tarafından oluşturulan paralel devlet yapılanmasının acı tecrübesidir. O dönemde Sayın Bahçeli tarafından da defalarca bu konuda uyarılan hükümet yetkililerinin eleştirilere verdiği cevaplar hala aklımızdadır sanırım.
Sonrasında da Fetö terör örgütünün yerine başkaca vesayet unsurlarının sivil toplum örgütü makyaj ve maskesi ile devlet içinde devlet olma yolunda oldukları konusunda muhalefetin yaptığı uyarıları da herkes hatırlıyordur. Garip olan, yine bir önceki seferde olduğu gibi hadise iktidar sahipleri ve ortaklarına ulaşıncaya kadar olayın “kargalar bile güler” vecizesindeki gibi algılanması.
Bugün ise vesayete müsaade edilmeyeceğinin altı yeniden çizilmeye başlanmış durumda. O zamanlar, askeri vesayetin yerine bir cemaatin vesayetini koyamazsınız diye uyarılanlar, o cemaatin aslında cemaat değil terör örgütü olduğunu anladığında iş işten geçmişti. O yüzden Sayın Bahçeli’nin uyarıları bu sefer de oldukça ciddi.
Ancak, 2016 yılının üzerinden neredeyse 8 yıl geçmiş olmasına rağmen bu iddiaların doğru olması aslında neye işaret eder diye sorma hakkımız bence buradaki en önemli sorudur. ‘8 yıldır bu ülkeyi kim yönetiyor?’ da hala bürokrasisinin vesayetinden bahsediliyor mesela.
İşte tam burada, aklıma atanamayan öğretmenlere verilen mülakat cevapları geliyor. Mesela, ‘mülakat gibi mülakat yapacağız’ sözleri. ‘Velilerin çocuklarını öyle her öğretmene emanet edemeyeceği’ sözleri. Öğretmenler atanamazken, sivil toplum kuruluşları adı altında Sayın Bahçeli’nin yazının başındaki cümlesine muhatap olabileceklerin çocuklara değerler eğitimi vermesi geliyor aklıma.
O mülakatların, devletin ve ülkenin bekası için gerekli olduğu fikrinin aslında ne kadar da doğru olduğu ama mülakatların asıl amacının ne olduğu arasındaki çelişkiyi en iyi tespit edebilecek cümle olarak da Sayın Bahçeli’nin yukarıdaki cümlesinin altını çizmek lazım sanırım.
Bence o cümleyi, en çok ve tekrar tekrar okuması gereken devlette mülakatı savunan ve bu mülakatları olması gereken gibi değil sadece bir kısmın önünü açmak için yapanlar tekrar tekrar okumalı.
Sayın Bahçeli de sözlerinin muhatabını da bizimle daha açık paylaşırsa seviniriz. Bu arada bu yazının Ayhan Bora Kaplan davası ile herhangi bir alakası da, iddiaların dava ile ilgili kısmının doğru yanlış olması ile de bir ilgisi yoktur. Bu yazı yetkisi olanların sorumluluğunu da hatırlatmak için yazılmıştır sadece…
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.