Webmaster Destek Forumu

Yarınların için bir şey yapmazsan, ölene dek Alarm kurmaya mahkumsun !
İletişim
  • Duyuru; Sizde hemen Üye Olup Sorunuzu Sorabilirsiniz, katılım ve kullanım tamamen Ücretsizdir!

AB raporunu yok saymak Türkiye’nin pazarlık hakkını askıya almaktır

DersLazim

Forum Üyesi
Katılım
23 May 2022
Mesajlar
187
Puanları
1
Dışişleri Bakanlığı, iddiaların mesnetsiz ve haksız olduğunu söyleyerek “Müzakere fasılları önündeki engelleri kaldırmayan AB’nin siyasal sistemimize, siyasetçi ve yöneticilerimize, ülkemizdeki temel hak ve özgürlükler ile bazı yargı kararlarına ve terörle mücadelemize yönelik haksız iddialarını tümüyle reddediyoruz” dedi.

Bu yazıyı yazdığım sırada, sansür yasası Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AKP ve MHP üyelerin oylarıyla Meclis’ten geçti.

İddiaların “mesnetsiz”liği, dezenformasyon yani yanlış bilgiye karşı önlemler altında sunulan bu sansür yasasını onaylamakla mı kanıtlanmış oldu şimdi?

Avrupa Birliği’nin “Türkiye’de demokratik kurumların işleyişinde ciddi yetersizlikler var” diye başlayan raporunda şu noktalar öne çıkıyor:

. Olağanüstü Hal Yasası 2018 yılında kaldırılmış olmasına rağmen, yasa ile hükümet yetkililerine tanınan yetkiler devam etti.

. Parlamenterler aleyhine açılan davalar, seçim ve siyasi partilerle ilgili yasalar sorunlu, muhalif partilerin belediye başkanlarına baskı yapılıyor. Güneydoğu Anadolu’da yerel demokrasi ciddi biçimde engellendi.

. Hükümetin terörizme karşı mücadele hakkı vardır ama bu hukuk devleti çerçevesinde, insan hakları ve temel özgürlüklere uygun olmalı.

. Sivil toplum örgütleri ve ifade özgürlükleri üzerindeki baskılar sürdü.

. Kamu Yönetimi’nin şeffaflık ve hesap verilebilirliğini sağlayacak reformlar yapılmadı.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI SORGULANDI

Raporda, Yargı sisteminde 2016’dan beri süren gerilemenin sürdüğü, yargı bağımsızlığının olmamasının, yargıç ve savcılar üzerindeki baskıların Avrupa Birliği Komisyonu açısından “endişe verici olduğu” vurgulanırken, yolsuzluklara karşı ciddi önlemler alınmadığı, suç örgütleri ve kara para ile ilgili yasal düzenlemelerin yeterli olmadığı belirtiliyor.

Türkiye’nin, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davalarında görüldüğü gibi Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’na ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymadığı gerekçesiyle Avrupa Konseyi’nin 2022 Şubat ayında aldığı karar uyarınca “ihlal süreci”nin başladığına dikkat çekiliyor.

Bunun anlamını da izah ediyor, “Bu, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin üyesi olarak altında imzası bulunan insan hakları ve temel özgürlükler standartlarından uzaklaştığının kanıtıdır.”

İLERLEME RAPORUNDA GERİLEME VURGUSU

Avrupa Birliği’nin 2022 İlerleme Raporunda gerileme vurgusu dikkat çekiyor.

İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, basın özgürlüğü sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucuları, yazarlar, muhalif politikacılar, öğrenciler, sanatçılar ve sosyal medya kullanıcıları, azınlıklar, Romanlar ve lgbt+1 bireylerin özgürlüklerinin “gerilediği” ni not ediyor rapor.

AMAN YÖNETİCİLERİMİZE ZEVAL GELMESİN DERKEN

Dışişleri Bakanlığı raporun kabul edilemez olduğunu söylerken, rapordaki bulguları “sistemimize, siyasetçilerimize, yöneticilerimize yönelik haksız iddialar” olarak niteleyerek, tek adam sistemini ve yöneticileri savunmaya çalışırken çok önemli bir pazarlık noktası gözden kaçırılmış.

İlticacılar.

Raporda, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında 2016 imzalanan ve 2017’de yürürlüğe giren göç anlaşmasından sonra düzensiz mülteci geçişinde çok büyük azalmalar olduğu kabul ediliyor.

Türkiye’nin” dünyadaki en büyük mülteci nüfuslarından birine ev sahipliği yapmak için önemli çabalar sarf ettiği” de söyleniyor.

Mülteciler için AB Mali Yardım Programı kapsamındaki 6 milyar avroluk operasyonel bütçenin, 2022 Haziran ayı itibariyle 4, 7 milyon Avrodan fazlasının kullandırıldığı hatırlatılıyor.

Ancak Avrupa Birliği’ne göre Türkiye’nin yapması gerekenler var. Mesela, göçmen ve mültecilerin Türkiye’deki kalışlarının uzaması için “etkin entegrasyon önlemleri alınması” isteniyor, ayrıca halk sağlığına ulaşımlarının artırılması öneriliyor.

Avrupa Birliği ile imzalanan göç anlaşması Türk siyasi tarihinin en karanlık anlaşmalarından biri olarak hatırlanacak.

Zamanın Almanya Başbakanı Angela Merkel ile varılan anlaşma sonucu, Avrupa Türkiye’deki insan hakları ihlalleri, özgürlüklerin kısıtlanması, tek adam rejiminin güçlendirilmesi girişimlerine göz yumacak ama buna karşılık Türkiye, Avrupa’nın göçmen deposu olacaktı.

Öyle de oldu.

Türkiye anlaşmadan 5 yıl sonra sadece raporda belirtildiği gibi “dünyanın en büyük mülteci nüfusuna sahip” olmakla kalmıyor, dünyanın en ciddi göçmen krizi ile de yüz yüze kalıyor.

AVRUPA İLE ESAS MESELE GÖÇMENLER SORUNU

Geri Alım Anlaşması olarak da bilinen göçmen anlaşması Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerini, bir daha canlanmamak üzere zehirledi.

Aslında derin sorunlar vardı ama Türkiye tam üyelik adaylığı kazanana kadar attığı adımları ileri götürebilseydi, Avrupa Birliği Kıbrıs’ı Türkiye’den önce üyeliğe kabul ederek büyük bir hataya imza atmamış olsaydı, bu ilişki hem Avrupa Birliği hem de Türkiye için gerçek bir ilerleme stratejisine oturabilirdi.

VİZE MUAFİYETİ RAFA KALKMIŞ

Raporda, Göçmenler konusunda vize muafiyeti meselesine de yer veriliyor. Ve Türkiye’nin, vatandaşlarının Schengen vizesinden muaf tutulmasını öngören anlaşmayla ilgili olarak, “Türkiye’nin halen vize politikasına ilişkin mevzuatını AB müktesebatı ile daha fazla uyumlaştırması gerekmektedir” deniyor.

Vize başvurularının geri çevrildiği, vize almanın hiç olmadığı kadar zorlaştığı bugünlerde, göç anlaşmasının bu maddesiyle de gerek AB’nin, gerek Türkiye’nin hiç ilgilenmediği anlaşılıyor.

Bu raporu yok saymak, reddetmek yerine Dışişleri Bakanlığı pekala göç anlaşması ve Türkiye’nin kucağına bıraktıkları göç sorunu ile ilgili bir yanıt verebilir, vize konusunda ısrarcı olunduğu mesajını vurgulayabilirdi.

Bunun için, “Sığınmacıları göndereceğiz” açıklamalarının ötesinde ayrıntılı bir göç politikası ve “ev yapıyoruz gidin oturun” un dışında titiz bir planlama gerekir. Avrupa ile de bunun ışığında anlaşma yeniden gözden geçirilir.

Ama tek sorun sistemi, siyasetçileri ve yöneticileri savunma noktasına indirgenince ülke çıkarları önceliklerini yitiriyor.
 
Üst