AKP’nin eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile söyleşimiz sürerken, Suriye ile sıcak gelişmeler dışında, aklımı hala kurcalayan kimi yaşanmışlıklara da yanıt aradım. Bunların başında “AKP’nin değişimi” geliyordu doğal olarak, sonra Yakış’tan “Kaşıkçı cinayetine engel olabilir miydik?” Diye geriye dönük bir değerlendirme yapmasını istedim. Kamuoyunda da çok tartışılan “Cumhurbaşkanı dünya liderleriyle yaptığı görüşmelerin kaydının tutulmasını neden istemiyor?” Sorusuna da görüşmemizde yanıt aradım.
İşte söyleşimizin ikinci bölümü:
SORU: Oxford tarafından bile hala aranan bir konuşmacısınız, oysa AKP’nin kurucusu ve ilk Dışişleri Bakanıydınız, sonradan sizi kuruculuktan bile çıkardılar, neden böyle oldu?
YAKIŞ: Bana kuruculuk Sayın Abdullah Gül tarafından önerilmişti, parti programını hazırlayan gruptaydım. Bilkent Otelde sabahlara kadar sürdürdüğümüz çalışmalar sırasında programın -dış ilişkiler faslı-nı ben kaleme aldım, en çok vurguladığım şey, Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımıydı, -Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana en önemli çağdaşlaşma projesidir” dedim… Benim hazırladığım metnin virgülüne bile dokunmadan yer verdiler programda. Sonra Kıbrıs, Ortadoğu, Rusya ve AB ile ilişkiler üzerinde partimizin görüşlerine yer verdim, bu metin halen geçerli olan metindir. Erken seçim kararı alınıp palas pandıras seçime gidildiğinde bu metin AKP’nin seçim bildirgesi oldu. Sonraki süreçte ise ben politikaya devam etmek istemediğimi defalarca Erdoğan’a aktardım, hatta şöyle bir konuşma geçti aramızda:
- Elimden gelen her türlü katkıyı sundum ama ben siyasete ilgi duymuyorum, ayrılayım istiyorum ilk seferinde kabul etmediniz ama peygamberimizin güzel bir sünneti var, (sofradan karnın doymadan kalkacaksın) ama Cumhurbaşkanı, (ya Yaşar Abi, yapacağımız güzel işler var ama sen beni en zayıf yerimden vuruyorsun) diyerek yine ısrar etti. Oysa ben Oxford’a konuk profesör olarak davet edilmiştim, torunum da yeni doğmuştu o yüzden gitmek istedim. Sonraları Beştepe’den bir telefon aldım, -yurtdışında bizim politikalarımız doğru dürüst bilinmiyor, makaleler yaz, bunun için en iyi adres Today’s Zaman gazetesi- denildi. Hatta Egemen Bağış’la bir uçak yolculuğunda yan yana düştük, o da aynı şeyleri ısrarla söyledi. Haftada bir gün oraya makaleler yazmaya başladım. Sonradan orada yazıyor olmam benim için bana karşı bir unsur haline dönüştü. Oysa ben onun politikası ile ne ilgilenirim ki. Sadece o ricayı yerine getirmek üzere başlamıştım. Bu, sonradan partiden ihraç sebebi olarak gösterildi. -İhraç ediyorsanız edin- dedim, -yollarımız ayrılıyorsa memnuniyetle- dedim. AKP’nin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığına bizzat götüren adam benim, bu gerçek geri alınabilir mi? Birisinin mezar taşında yazan ismi, ona kızdığınızda mezar taşından kazıyacak mısınız? Yani sonuçta bu işler partinin inceliklere özen göstermeyen adamlarının elinde kaldı.
—-Kaşıkçı cinayeti—
SORU: Suriye politikasını eleştiriyorsunuz, yıllarca Şam’da diplomat olarak görev yaptığınız için gözlemleriniz önemli. Aynı şekilde Riyad’da Büyükelçiydiniz. İstanbul’da, Suudi Konsolosluğunda yaşanan Kaşıkçı cinayeti ilişkileri alt üst etti ama şimdi Cumhurbaşkanının U dönüşünü izliyoruz. Bütün bunların sebebi ekonomideki darboğaz mı?
YAKIŞ: Ekonomik durumdan ziyade olaya ben şöyle bakıyorum. Böyle bir olayın ardından Türkiye ve Suudi Arabistan sonsuza dek düşman kalamazdı er-geç olayın üstüne bir sünger çekilirdi. Ancak orada Türkiye’nin yapmaması ve yapması gereken şeyler vardı, yapması gerekenler mesela şunlardı:
1-1963 tarihli Viyana Konsolosluk sözleşmesi. Konsoloslukların dokunulmazlığı sadece arşiv içindir, arşive girilemez, yoksa ciddi bir şüphe varsa, böyle ciddi bir suç işleniyorsa binaya girilebilirdi. Cinayet işleniyor orada, kapıyı kırıp girebilirdik.
2- Konsolosların görevlerinin gereğinden ötürü dokunulmazlığı vardır, yani diğer diplomatlardan farklıdır durumları. Havaalanına kurye çantası götürüyor mesela, polis durduruyor. Diyebilir ki, -ben kurye çantası götürüyorum sen beni durduramazsın- diyebilir. Ama burada adamı öldürüyorlar. O adamı öldürmek onların görevleri meyanında değil ki. Böyle bir işten ötürü Türkiye’nin hemen tutuklama imkanı vardı bunu yapmadı.
3- Şimdi o gün, adamın doğrandığı, asitle yok edildiği saat 17.30’da ortaya çıktı. Adamların uçağı 18.00 de hareket edecekti. O yarım saatte durdurulabilirdi uçak, bunu da yapmadık. Hatta ikinci bir uçak daha vardı, Irak üzerinden gidecekti o uçak, Haymana üzerindeyken -dur, yoluna devam etme- denildi. Uçak bu talimat üzerine semada dolaşmaya başladı ancak sonra uçağa devam izni verildi…
Şimdi yapmaması gerekene bakalım:
Böyle bir olay olduğu zaman Cumhurbaşkanının çıkıp da -biz bunu yakalamasını biliriz hesabını sormasını biliriz- diye açıklama yapması yerine sözcülerden birine bir metin hazırlattırılır, diplomatlar gayet iyi bilir, bir beyanda bulunulur ve Cumhurbaşkanı söylediği sözü geri alma durumuna düşürülmez. Bütün bunları üst üste koyduk şimdi en başa dönelim. Böyle bir olay oldu diye Türk- Suudi ilişkileri gergin-küs kalamaz mümkün değil.
—bürokratlara güvenmiyor—
SORU: Cumhurbaşkanının açıklamaları hep tek başına yapmak istediği ortada, hatta yabancı muhataplarıyla görüşürken de yanında deneyimli diplomatları bulundurmuyor, devlet işleyişinde bu doğal kabul edilebilir mi?
YAKIŞ: Dünyada bu işi ciddi yapan ülkelerde mutlaka kayıt tutulur, dosyasına konulur, orada muhafaza edilir. Bu işleri ilk başta Turgut Özal gevşetmeye başladı. Şimdi de Cumhurbaşkanının da bürokrasiye güvenmediği anlaşılıyor, zaten en başta da bürokrasiyi karşısında görüyordu, güvenmiyordu. O Özal’la başlayan geleneği şimdi Cumhurbaşkanın sürdürdüğü anlaşılıyor, yani muhtevayı sadece güvendiği insanlarla paylaşmak istediği, dosyalara yansımasını istemediği anlaşılıyor ki, çok yanlış bir şey…
—Cumhurbaşkanının azarı—
Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’la sütlü kahve eşliğindeki sohbetimizin sonunda “AKP’deki değişimi nasıl bulduğunu” da sordum şöyle yanıt verdi:
YAKIŞ: Bir toplantıda AKP’li Belediye Başkanlarından birini sert biçimde azarladığına tanık olmuştuk. Başkan, Peygamberin hadislerinden birinde -karınızı hafif hafif dövebilirsiniz- dediğini öne süren bir kitapçık dağıtmıştı. Cumhurbaşkanı, -senin görevin bunlar değil, sen çöplerin alınması, ulaşımın düzgün işlemesinden bahset, kes böyle konuşmaları- demişti.
Ben de, “acaba Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesini yürürlükten kaldırırken ne düşünmüştü?” Sorusunu aklımdan geçirdim ama sorunun muhatabı Yaşar Yakış olmadığı için susmak zorunda kaldım. Yorum sizin…
İşte söyleşimizin ikinci bölümü:
SORU: Oxford tarafından bile hala aranan bir konuşmacısınız, oysa AKP’nin kurucusu ve ilk Dışişleri Bakanıydınız, sonradan sizi kuruculuktan bile çıkardılar, neden böyle oldu?
YAKIŞ: Bana kuruculuk Sayın Abdullah Gül tarafından önerilmişti, parti programını hazırlayan gruptaydım. Bilkent Otelde sabahlara kadar sürdürdüğümüz çalışmalar sırasında programın -dış ilişkiler faslı-nı ben kaleme aldım, en çok vurguladığım şey, Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımıydı, -Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana en önemli çağdaşlaşma projesidir” dedim… Benim hazırladığım metnin virgülüne bile dokunmadan yer verdiler programda. Sonra Kıbrıs, Ortadoğu, Rusya ve AB ile ilişkiler üzerinde partimizin görüşlerine yer verdim, bu metin halen geçerli olan metindir. Erken seçim kararı alınıp palas pandıras seçime gidildiğinde bu metin AKP’nin seçim bildirgesi oldu. Sonraki süreçte ise ben politikaya devam etmek istemediğimi defalarca Erdoğan’a aktardım, hatta şöyle bir konuşma geçti aramızda:
- Elimden gelen her türlü katkıyı sundum ama ben siyasete ilgi duymuyorum, ayrılayım istiyorum ilk seferinde kabul etmediniz ama peygamberimizin güzel bir sünneti var, (sofradan karnın doymadan kalkacaksın) ama Cumhurbaşkanı, (ya Yaşar Abi, yapacağımız güzel işler var ama sen beni en zayıf yerimden vuruyorsun) diyerek yine ısrar etti. Oysa ben Oxford’a konuk profesör olarak davet edilmiştim, torunum da yeni doğmuştu o yüzden gitmek istedim. Sonraları Beştepe’den bir telefon aldım, -yurtdışında bizim politikalarımız doğru dürüst bilinmiyor, makaleler yaz, bunun için en iyi adres Today’s Zaman gazetesi- denildi. Hatta Egemen Bağış’la bir uçak yolculuğunda yan yana düştük, o da aynı şeyleri ısrarla söyledi. Haftada bir gün oraya makaleler yazmaya başladım. Sonradan orada yazıyor olmam benim için bana karşı bir unsur haline dönüştü. Oysa ben onun politikası ile ne ilgilenirim ki. Sadece o ricayı yerine getirmek üzere başlamıştım. Bu, sonradan partiden ihraç sebebi olarak gösterildi. -İhraç ediyorsanız edin- dedim, -yollarımız ayrılıyorsa memnuniyetle- dedim. AKP’nin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığına bizzat götüren adam benim, bu gerçek geri alınabilir mi? Birisinin mezar taşında yazan ismi, ona kızdığınızda mezar taşından kazıyacak mısınız? Yani sonuçta bu işler partinin inceliklere özen göstermeyen adamlarının elinde kaldı.
—-Kaşıkçı cinayeti—
SORU: Suriye politikasını eleştiriyorsunuz, yıllarca Şam’da diplomat olarak görev yaptığınız için gözlemleriniz önemli. Aynı şekilde Riyad’da Büyükelçiydiniz. İstanbul’da, Suudi Konsolosluğunda yaşanan Kaşıkçı cinayeti ilişkileri alt üst etti ama şimdi Cumhurbaşkanının U dönüşünü izliyoruz. Bütün bunların sebebi ekonomideki darboğaz mı?
YAKIŞ: Ekonomik durumdan ziyade olaya ben şöyle bakıyorum. Böyle bir olayın ardından Türkiye ve Suudi Arabistan sonsuza dek düşman kalamazdı er-geç olayın üstüne bir sünger çekilirdi. Ancak orada Türkiye’nin yapmaması ve yapması gereken şeyler vardı, yapması gerekenler mesela şunlardı:
1-1963 tarihli Viyana Konsolosluk sözleşmesi. Konsoloslukların dokunulmazlığı sadece arşiv içindir, arşive girilemez, yoksa ciddi bir şüphe varsa, böyle ciddi bir suç işleniyorsa binaya girilebilirdi. Cinayet işleniyor orada, kapıyı kırıp girebilirdik.
2- Konsolosların görevlerinin gereğinden ötürü dokunulmazlığı vardır, yani diğer diplomatlardan farklıdır durumları. Havaalanına kurye çantası götürüyor mesela, polis durduruyor. Diyebilir ki, -ben kurye çantası götürüyorum sen beni durduramazsın- diyebilir. Ama burada adamı öldürüyorlar. O adamı öldürmek onların görevleri meyanında değil ki. Böyle bir işten ötürü Türkiye’nin hemen tutuklama imkanı vardı bunu yapmadı.
3- Şimdi o gün, adamın doğrandığı, asitle yok edildiği saat 17.30’da ortaya çıktı. Adamların uçağı 18.00 de hareket edecekti. O yarım saatte durdurulabilirdi uçak, bunu da yapmadık. Hatta ikinci bir uçak daha vardı, Irak üzerinden gidecekti o uçak, Haymana üzerindeyken -dur, yoluna devam etme- denildi. Uçak bu talimat üzerine semada dolaşmaya başladı ancak sonra uçağa devam izni verildi…
Şimdi yapmaması gerekene bakalım:
Böyle bir olay olduğu zaman Cumhurbaşkanının çıkıp da -biz bunu yakalamasını biliriz hesabını sormasını biliriz- diye açıklama yapması yerine sözcülerden birine bir metin hazırlattırılır, diplomatlar gayet iyi bilir, bir beyanda bulunulur ve Cumhurbaşkanı söylediği sözü geri alma durumuna düşürülmez. Bütün bunları üst üste koyduk şimdi en başa dönelim. Böyle bir olay oldu diye Türk- Suudi ilişkileri gergin-küs kalamaz mümkün değil.
—bürokratlara güvenmiyor—
SORU: Cumhurbaşkanının açıklamaları hep tek başına yapmak istediği ortada, hatta yabancı muhataplarıyla görüşürken de yanında deneyimli diplomatları bulundurmuyor, devlet işleyişinde bu doğal kabul edilebilir mi?
YAKIŞ: Dünyada bu işi ciddi yapan ülkelerde mutlaka kayıt tutulur, dosyasına konulur, orada muhafaza edilir. Bu işleri ilk başta Turgut Özal gevşetmeye başladı. Şimdi de Cumhurbaşkanının da bürokrasiye güvenmediği anlaşılıyor, zaten en başta da bürokrasiyi karşısında görüyordu, güvenmiyordu. O Özal’la başlayan geleneği şimdi Cumhurbaşkanın sürdürdüğü anlaşılıyor, yani muhtevayı sadece güvendiği insanlarla paylaşmak istediği, dosyalara yansımasını istemediği anlaşılıyor ki, çok yanlış bir şey…
—Cumhurbaşkanının azarı—
Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’la sütlü kahve eşliğindeki sohbetimizin sonunda “AKP’deki değişimi nasıl bulduğunu” da sordum şöyle yanıt verdi:
YAKIŞ: Bir toplantıda AKP’li Belediye Başkanlarından birini sert biçimde azarladığına tanık olmuştuk. Başkan, Peygamberin hadislerinden birinde -karınızı hafif hafif dövebilirsiniz- dediğini öne süren bir kitapçık dağıtmıştı. Cumhurbaşkanı, -senin görevin bunlar değil, sen çöplerin alınması, ulaşımın düzgün işlemesinden bahset, kes böyle konuşmaları- demişti.
Ben de, “acaba Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesini yürürlükten kaldırırken ne düşünmüştü?” Sorusunu aklımdan geçirdim ama sorunun muhatabı Yaşar Yakış olmadığı için susmak zorunda kaldım. Yorum sizin…