İnsanların kafalarını karıştırıp, hayali gerçekmiş gibi sunma çok eski bir uygulama. Hitlerin ünlü propaganda bakanı Dr. Gobbels’in Alman halkını nasıl etkilediği bilinen tarihsel bir gerçek. Medyayı kullanarak gerçek olmayan şeyleri gerçekmiş gibi halka sunmak özellikle siyasilerin en büyük meşgalelerinden birisi. Olayların ayrıntılarını ve yansıtılan bilgilerin gerçek olup olmadığını bilme imkanı olmayan halk yığınlarını iktidar partilerinin istediği yönde düşünmesini sağlayacak yollara başvurulur. Bu bakımdan iktidara gelen her partinin ilk işlerinden birisi de “kendi özel medyasını” yaratacak önlemlere başvurmaktır.
Böylece “muhalefetin olumsuz” etkilerini azaltacak bir yol bulmaya çalışmış olurlar. Hele parti liderlerinin kendi özel ve çoğu kere halktan gizlenmiş “siyasi emeller” varsa bunların yavaş yavaş uygulamaya konulması ve bunlara doğacak tepkinin azaltılması için de bu “özel medya” kurumları kullanılır. Taraftarın beyni öyle yıkanır ki, artık “bizim medya” ve “karşı medya” olgusu yüzünden parti sempatizanları sadece “kendi medyasına” inanır hale getirilir. “Özel medya”nın yani sıra gene “özel toplum kuruluşları, sendikalar, kanaat önderleri” yaratılır bu “özel” medya eliyle. Artık siyasi iktidarlar kendi gibi düşünenlere inanır, kendi medyasını okur, kendi yazarlarının yazılarını birer “muska “gibi taşımaya başlar. Her türlü eleştiriye düşman, sadece duymak istediğine önem veren bir kapalı kutu haline gelir.
Bu özel medya kuruluşlarının çizdiği pembe hayallerle halk uyutulmaya devam edilir, taa ki, ülkenin içinde bulunduğu koşullar içinden çıkılmaz, sorunlar çözülemez, ülke yönetilemez hale gelinceye kadar. Bu tek kutuplu, tek amacı gizli ideallerini gerçekleştirmek veya yandaşına çıkar sağlamak veya ülkedeki kaynakları kendi amaçlarına göre kullanabilmek için iktidar olanlar yavaş yavaş devlet çarkını da kendi gibi düşündüklerini sandıkları dalkavuklar, yeteneksizler, avantacılar, beceriksizlerle, yağcılar ve yalakçılarla doldurduklarından işler giderek kötüleşir.
Tarihe bakarsak çok değişik türlerini görüyoruz bu tür uygulamaların. Halk yığınları bilinçli olarak hurafeler, ideolojik motifler,bilim dışı sapmalar ve gelenek diye yutturulan bir takım şekilci sapmalarla uyutulurlar. Bezler bağlanır, fallar açılır, üniformalar, biçimler, şekiller, totemler, haçlar, putlar yaratılır ve gelenek diye sunulur. Halk yığınları ekonomik yoksulluğun pençesinde inlemeye itilir, fakat iktidar partilerinin ve yan kuruluşlarının “insanı yardım”projeleri adı altında dağıttıkları yiyecek, giyecek , yakacak, kap kaçak gibi sembolik yardımlarla iktidara bağımlı hale getirilirler. Bunlar sonuçta potansiyel oy makinası haline gelirler.
Göstermelik hastaneler, aşevleri, yardım kuruluşları gibi görüntülü uygulamalar halkın gözünde büyütülür, özel medya tarafından göklere çıkarılır ve iktidar partilerinin birer başarısı gibi gösterilmeye devam eder. Halkın kaynaklarını kullanan bu yan kuruluşların “bağışlarla yaşadığı” ileri sürülür. Bu tür uygulamalara da kılıflar hazırlanır. Yasalar ve hukuk kendi isteklerine doğru yönetilmeye, iktidar gücü bu amaçla çalıştırılmaya devam eder.
Ülke geleceğinin sorunlarının farkında olmayan cahil bırakılmış, galeyana getirilmiş, beyni yıkanmış ve gerçek dünya yerine gerçek olmayan propogandalarla uyutulmuş halk tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibi iktidar partilerinin kölesi haline gelirler.
Şimdi size 1997 yılında yapılmış ve başrollerini Robert deNiro ile Dustin Hoffman’in oynadığı “Vag the Dog” isimli bir Hollywood yapımı filmden söz etmek istiyorum. Medya ve görsel-işitsel yayın organlarının kullanılarak nasıl bir hayali düşman yaratılabileceğini, halk yığınlarının nasıl kandırılabileceğini gösteren enfes bir yapıt.
Film bir skandalla açılır. Bir ABD başkanı seçimlere çok az kala Beyaz Saray’i ziyaret eden genç bir kıza sarkıntılık eder. Olayı örtbas etmek ve halkın dikkatini başka yöne çekmek ve başkanı yeniden seçtirmek için bir Hollywood film yapımcısı Stanley Motts (Dustin Hoffman) görevlendirilir. Robert deNiro ise Conrad Brean isimli başkanın iletişim danışmanıdır. Hollywood yapımcısı TV’lerde bir hayali savaş yaratır. ABD ile Arnavutluk savaş etmeye başlarlar. ABD halkı heyecana getirilir. Oysa zavallı Arnavutluğun hiç bir şeyden haberi bile yoktur. Amaç ABD başkanının skandalını örtbas etmek ve onun hür dünyayı nasıl kurtardığını ABD halkına anlatmaktır.
Beyaz Sarayın bodrumunda üretilen bu hayali savaş mavi ekranlar, bilgisayarlar, aktörler ve senaryolarla gerçek gibi gösterilir. Halk artık başkanın skandalını unutmuştur bile. Film “algılama gerçektir” sözünü kanıtlayan çok iyi bir yapımdır.
Halkın kafasında yaratılan “algılama-perception” onlara göre birer gerçektir ve siyasi iktidarlar çoğu kere kendi medyaları veya siyasi baskılarla korkutabildikleri karşı medya kurum ve kuruluşları ile istedikleri gibi bir algılama yaratmaya çalışırlar. Ama gün olur çizilen pembe hayaller birer birer yıkılabilir. Çünkü bazı siyasi partilerin, bilgisiz ve aç gözlü yöneticilerinin, yeteneksiz uzmanlarının yaratığı sorunlar kurgularla, hayali senaryolarla ve kendi medyaları ile gizlenemez hale gelebilir. Yalnız bu arada olan halka, ülkeye ve ülkenin imajına olur.
Dünya demokrasi tarihi ve siyasi tarih bu tür aç gözlü, ihtiraslı ve gizli amaçlı siyasilerin sonlarının nasıl olduğunu gösteren örneklerle doludur.
Böylece “muhalefetin olumsuz” etkilerini azaltacak bir yol bulmaya çalışmış olurlar. Hele parti liderlerinin kendi özel ve çoğu kere halktan gizlenmiş “siyasi emeller” varsa bunların yavaş yavaş uygulamaya konulması ve bunlara doğacak tepkinin azaltılması için de bu “özel medya” kurumları kullanılır. Taraftarın beyni öyle yıkanır ki, artık “bizim medya” ve “karşı medya” olgusu yüzünden parti sempatizanları sadece “kendi medyasına” inanır hale getirilir. “Özel medya”nın yani sıra gene “özel toplum kuruluşları, sendikalar, kanaat önderleri” yaratılır bu “özel” medya eliyle. Artık siyasi iktidarlar kendi gibi düşünenlere inanır, kendi medyasını okur, kendi yazarlarının yazılarını birer “muska “gibi taşımaya başlar. Her türlü eleştiriye düşman, sadece duymak istediğine önem veren bir kapalı kutu haline gelir.
Bu özel medya kuruluşlarının çizdiği pembe hayallerle halk uyutulmaya devam edilir, taa ki, ülkenin içinde bulunduğu koşullar içinden çıkılmaz, sorunlar çözülemez, ülke yönetilemez hale gelinceye kadar. Bu tek kutuplu, tek amacı gizli ideallerini gerçekleştirmek veya yandaşına çıkar sağlamak veya ülkedeki kaynakları kendi amaçlarına göre kullanabilmek için iktidar olanlar yavaş yavaş devlet çarkını da kendi gibi düşündüklerini sandıkları dalkavuklar, yeteneksizler, avantacılar, beceriksizlerle, yağcılar ve yalakçılarla doldurduklarından işler giderek kötüleşir.
Tarihe bakarsak çok değişik türlerini görüyoruz bu tür uygulamaların. Halk yığınları bilinçli olarak hurafeler, ideolojik motifler,bilim dışı sapmalar ve gelenek diye yutturulan bir takım şekilci sapmalarla uyutulurlar. Bezler bağlanır, fallar açılır, üniformalar, biçimler, şekiller, totemler, haçlar, putlar yaratılır ve gelenek diye sunulur. Halk yığınları ekonomik yoksulluğun pençesinde inlemeye itilir, fakat iktidar partilerinin ve yan kuruluşlarının “insanı yardım”projeleri adı altında dağıttıkları yiyecek, giyecek , yakacak, kap kaçak gibi sembolik yardımlarla iktidara bağımlı hale getirilirler. Bunlar sonuçta potansiyel oy makinası haline gelirler.
Göstermelik hastaneler, aşevleri, yardım kuruluşları gibi görüntülü uygulamalar halkın gözünde büyütülür, özel medya tarafından göklere çıkarılır ve iktidar partilerinin birer başarısı gibi gösterilmeye devam eder. Halkın kaynaklarını kullanan bu yan kuruluşların “bağışlarla yaşadığı” ileri sürülür. Bu tür uygulamalara da kılıflar hazırlanır. Yasalar ve hukuk kendi isteklerine doğru yönetilmeye, iktidar gücü bu amaçla çalıştırılmaya devam eder.
Ülke geleceğinin sorunlarının farkında olmayan cahil bırakılmış, galeyana getirilmiş, beyni yıkanmış ve gerçek dünya yerine gerçek olmayan propogandalarla uyutulmuş halk tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibi iktidar partilerinin kölesi haline gelirler.
Şimdi size 1997 yılında yapılmış ve başrollerini Robert deNiro ile Dustin Hoffman’in oynadığı “Vag the Dog” isimli bir Hollywood yapımı filmden söz etmek istiyorum. Medya ve görsel-işitsel yayın organlarının kullanılarak nasıl bir hayali düşman yaratılabileceğini, halk yığınlarının nasıl kandırılabileceğini gösteren enfes bir yapıt.
Film bir skandalla açılır. Bir ABD başkanı seçimlere çok az kala Beyaz Saray’i ziyaret eden genç bir kıza sarkıntılık eder. Olayı örtbas etmek ve halkın dikkatini başka yöne çekmek ve başkanı yeniden seçtirmek için bir Hollywood film yapımcısı Stanley Motts (Dustin Hoffman) görevlendirilir. Robert deNiro ise Conrad Brean isimli başkanın iletişim danışmanıdır. Hollywood yapımcısı TV’lerde bir hayali savaş yaratır. ABD ile Arnavutluk savaş etmeye başlarlar. ABD halkı heyecana getirilir. Oysa zavallı Arnavutluğun hiç bir şeyden haberi bile yoktur. Amaç ABD başkanının skandalını örtbas etmek ve onun hür dünyayı nasıl kurtardığını ABD halkına anlatmaktır.
Beyaz Sarayın bodrumunda üretilen bu hayali savaş mavi ekranlar, bilgisayarlar, aktörler ve senaryolarla gerçek gibi gösterilir. Halk artık başkanın skandalını unutmuştur bile. Film “algılama gerçektir” sözünü kanıtlayan çok iyi bir yapımdır.
Halkın kafasında yaratılan “algılama-perception” onlara göre birer gerçektir ve siyasi iktidarlar çoğu kere kendi medyaları veya siyasi baskılarla korkutabildikleri karşı medya kurum ve kuruluşları ile istedikleri gibi bir algılama yaratmaya çalışırlar. Ama gün olur çizilen pembe hayaller birer birer yıkılabilir. Çünkü bazı siyasi partilerin, bilgisiz ve aç gözlü yöneticilerinin, yeteneksiz uzmanlarının yaratığı sorunlar kurgularla, hayali senaryolarla ve kendi medyaları ile gizlenemez hale gelebilir. Yalnız bu arada olan halka, ülkeye ve ülkenin imajına olur.
Dünya demokrasi tarihi ve siyasi tarih bu tür aç gözlü, ihtiraslı ve gizli amaçlı siyasilerin sonlarının nasıl olduğunu gösteren örneklerle doludur.