enky
Forum Üyesi
- Katılım
- 15 Mar 2022
- Mesajlar
- 2,800
- Puanları
- 1
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, 17 Ekim’e kadar TBMM’ye sunulacak bütçe yasa teklifine ilişkin “AKP’li yıllarda hayata geçirilen bütçeler, kaynakların ve toplanan gelirlerin, vergilerin, üretenlere, emekçilere, halka, toplumsal barışa değil sınırlı bir azınlığı oluşturan patronlara, sermayeye, zenginlere, çatışma ve savaş politikalarına aktarma aracına dönüşmüştür” açıklamasını yaptı.
KESK, 17 Ekim’e kadar Meclis’e sunulacak bütçe yasa teklifine ilişkin bugün sendika genel merkezinde "Halktan emekten yana bütçe istiyoruz" başlıklı basın toplantısı düzenledi. Geçen dönemlerdeki bütçe harcamalarına ilişkin sunum yapan KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, şunları söyledi:
[H3]“Kamu hizmetlerine kadar hayatımızın hemen her alanı bütçe ile belirlenmektedir" [/H3]
"Bütçe sürecine girdiğimiz bu dönemde ülkeden yansıyan tablo, derin bir toplumsal yoksulluk, artan yolsuzluk ve buna karşı çıkan herkesi baskı ile sindirmeye dayalı bir yasaklar ülkesi tablosudur. Bu karanlık tablonun oluşmasında yıllardır kes, kopyala, yapıştır yöntemi ile yapılan ve hayata geçirilen bütçelerin çok önemli bir payı vardır.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bütçeler sadece birtakım rakamlara, bilançolara cetvellere, teknik hesaplamalara yer verilen metinler değildir. Ödediğimiz vergilerden aldığımız maaşlara-ücretlere, yararlanacağımız kamu hizmetlerine kadar hayatımızın hemen her alanı bütçe ile belirlenmektedir.
[H3]“AKP’li yıllarda toplanan gelirlerin vergilerin emekçilere değil sınırlı bir azınlığı oluşturan sermayeye savaş politikalarına aktarma aracına dönmüştür" [/H3]
Bütçeler bir ülkede kaynakların, gelirlerin kimlerden toplandığını ve söz konusu gelir ve kaynakların kimler için kullanılacağını gösteren belgelerdir. Buradan hareketle herhangi bir ülkedeki sistemin kimden veya kimlerden yana olduğunu anlamanın en kolay yolu bütçesine bakmaktır. Kaynaklar, gelirler kimlerden toplanıyor, kimlerin faydası için kullanılıyor? Temel soru budur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de bütçelerin giderek halktan, emekçilerden daha fazla koptuğu ortadadır. Özellikle AKP’li yıllarda hayat geçirilen bütçeler kaynakların ve toplanan gelirlerin, vergilerin, üretenlere, emekçilere, halka, toplumsal barışa değil sınırlı bir azınlığı oluşturan patronlara, sermayeye, zenginlere, çatışma ve savaş politikalarına aktarma aracına dönüşmüştür.
AKP iktidarı bütçeleri ile bugün geldiğimiz noktada, halkın, emekçilerin bütçe hakkı ortadan kaldırılmıştır. Hayat pahalılığı ve işsizlik kronik bir hale gelmiştir. Türkiye ‘Asgari Ücretliler Ülkesi’ne dönüştürülmüş, emeğin milli gelirden aldığı pay gittikçe düşürülmüştür. Kamu hizmetleri alanı piyasalaştırma, özelleştirme, yatırımların kısılması yolu ile alabildiğine daraltılmıştır. Vergi adaletsizliği derinleştirilmiştir. Aslan payı sermayeye, patronlara, savunma ve güvenlik adı altında çatışma ve savaşa ayrılmıştır. Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme göz ardı edilmiştir. Dinsel referanslar ile yönetilen bir toplum inşa etme hedefine ayrılan kaynaklar artırılmıştır.
[H3]“2002 yılında 131 bin 292 dolar olan dış borç stoku sekiz senede yaklaşık iki buçuk kat arttı" [/H3]
Tüm bunlara rağmen bizzat Cumhurbaşkanı ‘gelişmiş ülkelerde marketlerin raflar boş, bizde dolu’ demeye devam etmektedir. Bugün Türkiye’de market raflar tıka basa doludur. Ancak halkın cepleri boşaltılmıştır. Yıllardır göz göre göre hayata geçirilen politikalar sonucunda devletin kasası da boşalmıştır. 2002 yılında 131 bin 898 dolar olan dış borç stoku sekiz senede yaklaşık iki buçuk kat artarak 308 bin 177 dolara çıkmıştır. Açıklanan son rakamlara göre 2022 yılının ikinci çeyreği itibari ile 444 bin 392 dolara ulaşmıştır.
Her alanda dışarıya bağımlı ekonomik modelin ülkeyi getirdiği yer TL’nin pula dönmesidir. Bugünlerde ‘neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu’ ile popüler hale gelen Hazine ve Maliye Bakanı geçtiğimiz yılın son günlerinde ‘Bir uyuyun, altı ay sonra uyanın, Türkiye'de çok farklı noktalara gideceğiz’ diyordu.
Gerçekten çok farklı noktalara gittik! O gün yüzde 36,08 olan TÜİK enflasyonu altı ay sonra yüzde 78,62’ye bugün yüzde 83,45’e tırmanmıştır. O gün 11,83 TL olan 1 dolar altı ay sonra 16,62 TL’ye, bugün 18,60 TL’ye çıktı. Tedavüldeki en kıymetli banknotumuz olan 200 TL 1 Ocak 2009 tarihinde piyasaya sürülmüştür. O tarihte 1 dolar 1,53 TL’ye karşılık gelirken bugün1 dolar 18,60 TL’dir. 2009 yılı başında 131 dolar alınan 200 TL ile bugün 11 dolar bile değil, 10 dolar 75 sent alınabilmektedir.
[H3]"Sağlık Bakanlığı bütçeleri ise kiralama veya hizmet bedeli adı altında şehir hastanelerine kaynak aktarılan bütçelere dönüştürülmüştür"[/H3]
Bugüne kadar AKP tarafından yapılan bütün bütçeler kamuoyuna ‘en sosyal bütçe, eğitime, sağlığa en çok pay ayrılan bütçe’ vb. iddialarla sunulmuştur. Oysa ‘dönüşüm’, reform gibi cilalı kavramlarla kamu alanı gittikçe daha fazla piyasaya açılmıştır. Halkın birikiminin ürünü Kamu İktisadi Teşebbüsleri yok pahasına satılmıştır. AKP döneminde özelleştirmelerle elde edilen 64 Milyar TL beton ekonomisine gömülmüştür.
Kamu Özel İş birliği projeleri ile yapılan şehir hastanelerinin, hava limanlarının, yol, köprü ve tünellerin müteahhitlerine, beşli çeteye bu halkın cebinden hazine garantisi verilmiştir. Milli gelirden kamu hizmetlerine ayrılan pay düşürülmüş, buna rağmen bakanlık bütçelerinin yüzde 80ni aşan personel maaşı ve SKG gideri gibi zorunlu harcamalar ‘kamu hizmetine’ ayrılan bütçe büyüklüğü gibi gösterilmiştir.
Örneğin 2021 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ayrılan 189 milyar 11 milyon TL tutarındaki bütçenin yüzde 81’ini personele yapılan zorunlu harcamalar oluşturmuştur. Üstelik 2001 yılında eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17,18 iken 2021 yılında yüzde 8’de kalmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin milli gelir içindeki payı 2020 yılında yüzde 0,80 iken 2021 yılında yüzde 0,73’e düşmüştür. Merkezi yönetim bütçesi içindeki payı ise yüzde 3,37’den yüzde 3,30’a düşmüştür. Buna rağmen ‘bütçede aslan payı eğitime ayrıldı’ nutukları atılmıştır. Sağlık Bakanlığı bütçeleri ise kiralama veya hizmet bedeli adı altında şehir hastanelerine kaynak aktarılan bütçelere dönüştürülmüştür.
[H3]"Bunu adı dilim dilim soygundur"[/H3]
Bir başka adaletsizlik dolaylı ve dolaysız vergilerin toplam vergiler içindeki oranında yaşanmaktadır. Adil bir vergi sisteminin az ya da çok geçerli olduğu ülkelerde toplam vergilerin yüzde 70’i kazançtan-gelirden alınan dolaysız vergilerden yüzde 30’u ise tüketimden alınan dolaylı vergilerden oluşmaktadır.
Türkiye’de bu oranlar tam tersinedir. Yani bir multi milyarderin de bir asgari ücretlinin de tüketim yaparken ödediği KDV, ÖTV, Damga Vergisi gibi dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 70 civarındadır. Buna karşın gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi gibi kazançtan alınan dolaysız vergilerin toplam vergiler içindeki payı yüzde 30’dur.
Toplanan her 100 TL verginin ortalama 20 TL’si gelir vergisidir. Ama bu 20 TL’nin 15 TL’si maaşından, ücretinden kaynakta kesilen bordro mahkumlarının yani işçilerin ve kamu emekçilerinin cebinden çıkmaktadır. Geriye kalan 5 TL ise bugün itibari ile sayısı 4 milyonu aşan yıllık gelir vergisi beyannamesi veren mükellefler tarafından ödenmektedir. Bunların arasında on binlerce şahıs şirketi de bulunmaktadır.
Gelir Vergisi Kanunu’na göre söz konusu tarifenin belirlenmesinde ekim ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi’nde (Yİ-ÜFE) meydana gelen ortalama fiyat artış oranının yani Yeniden Değerleme Oranı referans alındığı söylenmektedir. Ancak 2018 yılına kadar Bakanlar Kurulu’na daha sonrasında Cumhurbaşkanı’na gelir vergisi dilim tutarlarını Yeniden Değerleme oranlarının altında ve üstünde belirleme yetkisi verilmiştir. Tahmin edileceği üzere bu yetki hep ücretlilerin aleyhine olacak şekilde kullanılmış, gelir vergisi dilim tutarları Yeniden Değerleme oranlarının altında tutulmuştur.
Vergi uzmanı Ozan Bingöl tarafından yapılan çalışma yeniden değerleme oranlarına birebir uyulması durumunda 2001 yılında 2 bin 800 TL olan ilk vergi dilim tutarının 2022 Ocak ayı itibari ile 81 bin 689 TL olacağını göstermektedir. Oysa bugün söz konusu tutar 32 bin TL’dir. Bugün ikinci dilim tutarı bile 70 bin TL’de kalmıştır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi yaşanan hayat pahalılığı sonucunda kamu emekçilerinin maaşlarında temmuz ayında TÜİK enflasyonu artı toplu sözleşme zammı ile yüzde 40 zam yapılmak zorunda kalınmıştır. Asgari ücrete ise yaklaşık yüzde 30 zam yapılmıştır. Buna rağmen Gelir Vergisi Tarifesi dilim tutarları yerinde kalmış, yüzde 40 artışla 98 bin TL olması gereken 2. Dilim tutarı hala 70 bin TL’de tutulduğu için kamu emekçilerinin hemen hemen tamamı yüzde 27 oranlı 3. Vergi dilimine girmiştir. Bunun tek bir adı vardır. O da dilim dilim soygundur.
[H3]"Kur Korumalı Mevduat’ın bütçeye maliyeti ağustos sonu itibari ile 75,6 milyar TL olmuştur"[/H3]
Bütçelerden sermayeye aktarılan kaynaklar vergi harcaması, düşük vergi ya da hiç vergi ödememe ile sınırlı değildir. 2021 bütçesinde patronlara destek için ayrılan pay 2022 yılında yüzde 36 artırılarak 68,9 milyar TL’ye çıkarılmıştır. Üstelik bu rakama İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanan ve yıllardır sürdürülen sigorta prim destekleri dahil değildir.
Yine ‘cebimizden beş kuruş ödemeyeceğiz’ denilerek yıllardır hizmet alan almayan ayrımı dahi yapmadan toplumun ‘garantili’ kamburuna dönüşen projeler aracılığı ile yandaş müteahhitlere milyarlar akıtılmaktadır. Kamu Özel İş birliği (KÖİ) adı altında yürütülen ‘müşteri garantili’ projelere 2019 bütçesinde 9,7 Milyar TL, 2020 bütçesinde 18,9 milyar TL, 2021 bütçesinde 34,5 milyar lira ayrılmıştır. 2022 bütçesinden ayrılan tutarın 42 Milyar TL ayrılması beklenirken döviz kurundaki artış soncunda söz konusu tutar şimdiden aşılmıştır.
Yine 2022 yılı başında bütçede ödeneği bulunmayan Kur Korumalı Mevduat (KKM) için Haziran 2022’de çıkarılan ek bütçe ile 40 milyar liralık ödenek ayrılmıştır. Buna karşın Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı son bütçe verilerine göre Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) bütçeye maliyeti ağustos sonu itibari ile 75,6 milyar TL olmuştur.
[H3]"2022 yılı başında bir önceki yıla göre yüzde 30 artışla 182 milyar TL olan savunma ve güvenlik bütçesi temmuzda yapılan ek bütçe ile 220 milyar TL’yi aşmıştır"[/H3]
Türkiye’de bütçelerdeki kara deliklerden birisi de savunma ve güvenlik harcamaları adı altında silahlanmaya, çatışma ve savaşlara ayrılan kaynaklardır. Söz konusu kara delik Suriye’den, Libya’ya, Afrika’ya uzanan emperyal arayışlara, Kürt sorununda benimsenen çözümsüzlük politikalarına, iç ve dış politikada izlenen gerginlik stratejisine paralel olarak büyümeye devam etmiştir.
Türkiye, yıllardır yüksek savunma ve güvenlik harcamaları açısından dünyada ilk on ülke içinde yer almaktadır. 2017-2021 yılları arasında iki kat artan savunma ve güvenlik harcamaları 2021 yılı itibari ile 140 milyar TL’ye ulaşmıştır. Üstelik bu tutara Savunma Sanayi Destekleme Fonu, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı örtülü ve yedek ödenekler, iç ve dış güvenliğe ilişkin bazı kalemler ve kayıtlara geçmeyen ‘gizli harcamalar’ dahil değildir.
En son 2022 yılı başında bir önceki yıla göre yüzde 30 artışla 182 milyar TL olan savunma ve güvenlik bütçesi temmuzda yapılan ek bütçe ile 220 milyar TL’yi aşmıştır. Savunma ve güvenlik harcamalarının son dört yıl içinde iki kattan fazla artarak 2021 itibari ile 140 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’nde savunma ve güvenliğe ayrılan bütçe yüzde 30 artarak, 181 milyar TL olarak belirlenmiştir.
[H3]"Diyanet bütçesi bu tutarla İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere yedi bakanlığın bütçesini aşmıştır"[/H3]
Kadınlar açısından başta işgücüne, istihdama katılma eşitsizliği olmak üzere mevcut olan eşitsizlikler artmıştır. Pandemi sürecinde en fazla yoksullaşan, istihdamdan koparılan işsiz kalan, daha fazla ücretsiz ev içi emek ve bakım emeği harcamak zorunda bırakılan yine kadınlar olmuştur. Buna rağmen bütçe süreçlerinde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme yok sayılarak kadınlar işte, evde, sokakta ikinci sınıf vatandaş haline getirilmiştir. Kadın emeği güvencesiz, düşük ücretli, esnek, kuralsız istihdamın kaldıracı yapılmıştır.
AKP bütçelerinde gerçek aslan payının önemli ortaklarından birisi ise toplumu, özellikle gençleri mevcut rejime uyumlu hale getirme konusunda siyasal iktidar nezdinde gittikçe vazgeçilemez bir ideolojik aygıta dönüşen Diyanet İşleri Başkanlığı olmuştur.
2021 yılı bütçesinden 12,9 milyar TL ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 2022’de 3,2 milyarlık artışla 16,1 milyar TL olarak belirlenmiştir. Bu tutar ek bütçe ile 1,1 milyar TL artırılarak 17,2 milyara çıkarılmıştır. Diyanet bütçesi bu tutarla İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere yedi bakanlığın bütçesini aşmıştır.”
KESK, 17 Ekim’e kadar Meclis’e sunulacak bütçe yasa teklifine ilişkin bugün sendika genel merkezinde "Halktan emekten yana bütçe istiyoruz" başlıklı basın toplantısı düzenledi. Geçen dönemlerdeki bütçe harcamalarına ilişkin sunum yapan KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, şunları söyledi:
[H3]“Kamu hizmetlerine kadar hayatımızın hemen her alanı bütçe ile belirlenmektedir" [/H3]
"Bütçe sürecine girdiğimiz bu dönemde ülkeden yansıyan tablo, derin bir toplumsal yoksulluk, artan yolsuzluk ve buna karşı çıkan herkesi baskı ile sindirmeye dayalı bir yasaklar ülkesi tablosudur. Bu karanlık tablonun oluşmasında yıllardır kes, kopyala, yapıştır yöntemi ile yapılan ve hayata geçirilen bütçelerin çok önemli bir payı vardır.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bütçeler sadece birtakım rakamlara, bilançolara cetvellere, teknik hesaplamalara yer verilen metinler değildir. Ödediğimiz vergilerden aldığımız maaşlara-ücretlere, yararlanacağımız kamu hizmetlerine kadar hayatımızın hemen her alanı bütçe ile belirlenmektedir.
[H3]“AKP’li yıllarda toplanan gelirlerin vergilerin emekçilere değil sınırlı bir azınlığı oluşturan sermayeye savaş politikalarına aktarma aracına dönmüştür" [/H3]
Bütçeler bir ülkede kaynakların, gelirlerin kimlerden toplandığını ve söz konusu gelir ve kaynakların kimler için kullanılacağını gösteren belgelerdir. Buradan hareketle herhangi bir ülkedeki sistemin kimden veya kimlerden yana olduğunu anlamanın en kolay yolu bütçesine bakmaktır. Kaynaklar, gelirler kimlerden toplanıyor, kimlerin faydası için kullanılıyor? Temel soru budur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de bütçelerin giderek halktan, emekçilerden daha fazla koptuğu ortadadır. Özellikle AKP’li yıllarda hayat geçirilen bütçeler kaynakların ve toplanan gelirlerin, vergilerin, üretenlere, emekçilere, halka, toplumsal barışa değil sınırlı bir azınlığı oluşturan patronlara, sermayeye, zenginlere, çatışma ve savaş politikalarına aktarma aracına dönüşmüştür.
AKP iktidarı bütçeleri ile bugün geldiğimiz noktada, halkın, emekçilerin bütçe hakkı ortadan kaldırılmıştır. Hayat pahalılığı ve işsizlik kronik bir hale gelmiştir. Türkiye ‘Asgari Ücretliler Ülkesi’ne dönüştürülmüş, emeğin milli gelirden aldığı pay gittikçe düşürülmüştür. Kamu hizmetleri alanı piyasalaştırma, özelleştirme, yatırımların kısılması yolu ile alabildiğine daraltılmıştır. Vergi adaletsizliği derinleştirilmiştir. Aslan payı sermayeye, patronlara, savunma ve güvenlik adı altında çatışma ve savaşa ayrılmıştır. Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme göz ardı edilmiştir. Dinsel referanslar ile yönetilen bir toplum inşa etme hedefine ayrılan kaynaklar artırılmıştır.
[H3]“2002 yılında 131 bin 292 dolar olan dış borç stoku sekiz senede yaklaşık iki buçuk kat arttı" [/H3]
Tüm bunlara rağmen bizzat Cumhurbaşkanı ‘gelişmiş ülkelerde marketlerin raflar boş, bizde dolu’ demeye devam etmektedir. Bugün Türkiye’de market raflar tıka basa doludur. Ancak halkın cepleri boşaltılmıştır. Yıllardır göz göre göre hayata geçirilen politikalar sonucunda devletin kasası da boşalmıştır. 2002 yılında 131 bin 898 dolar olan dış borç stoku sekiz senede yaklaşık iki buçuk kat artarak 308 bin 177 dolara çıkmıştır. Açıklanan son rakamlara göre 2022 yılının ikinci çeyreği itibari ile 444 bin 392 dolara ulaşmıştır.
Her alanda dışarıya bağımlı ekonomik modelin ülkeyi getirdiği yer TL’nin pula dönmesidir. Bugünlerde ‘neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu’ ile popüler hale gelen Hazine ve Maliye Bakanı geçtiğimiz yılın son günlerinde ‘Bir uyuyun, altı ay sonra uyanın, Türkiye'de çok farklı noktalara gideceğiz’ diyordu.
Gerçekten çok farklı noktalara gittik! O gün yüzde 36,08 olan TÜİK enflasyonu altı ay sonra yüzde 78,62’ye bugün yüzde 83,45’e tırmanmıştır. O gün 11,83 TL olan 1 dolar altı ay sonra 16,62 TL’ye, bugün 18,60 TL’ye çıktı. Tedavüldeki en kıymetli banknotumuz olan 200 TL 1 Ocak 2009 tarihinde piyasaya sürülmüştür. O tarihte 1 dolar 1,53 TL’ye karşılık gelirken bugün1 dolar 18,60 TL’dir. 2009 yılı başında 131 dolar alınan 200 TL ile bugün 11 dolar bile değil, 10 dolar 75 sent alınabilmektedir.
[H3]"Sağlık Bakanlığı bütçeleri ise kiralama veya hizmet bedeli adı altında şehir hastanelerine kaynak aktarılan bütçelere dönüştürülmüştür"[/H3]
Bugüne kadar AKP tarafından yapılan bütün bütçeler kamuoyuna ‘en sosyal bütçe, eğitime, sağlığa en çok pay ayrılan bütçe’ vb. iddialarla sunulmuştur. Oysa ‘dönüşüm’, reform gibi cilalı kavramlarla kamu alanı gittikçe daha fazla piyasaya açılmıştır. Halkın birikiminin ürünü Kamu İktisadi Teşebbüsleri yok pahasına satılmıştır. AKP döneminde özelleştirmelerle elde edilen 64 Milyar TL beton ekonomisine gömülmüştür.
Kamu Özel İş birliği projeleri ile yapılan şehir hastanelerinin, hava limanlarının, yol, köprü ve tünellerin müteahhitlerine, beşli çeteye bu halkın cebinden hazine garantisi verilmiştir. Milli gelirden kamu hizmetlerine ayrılan pay düşürülmüş, buna rağmen bakanlık bütçelerinin yüzde 80ni aşan personel maaşı ve SKG gideri gibi zorunlu harcamalar ‘kamu hizmetine’ ayrılan bütçe büyüklüğü gibi gösterilmiştir.
Örneğin 2021 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ayrılan 189 milyar 11 milyon TL tutarındaki bütçenin yüzde 81’ini personele yapılan zorunlu harcamalar oluşturmuştur. Üstelik 2001 yılında eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17,18 iken 2021 yılında yüzde 8’de kalmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin milli gelir içindeki payı 2020 yılında yüzde 0,80 iken 2021 yılında yüzde 0,73’e düşmüştür. Merkezi yönetim bütçesi içindeki payı ise yüzde 3,37’den yüzde 3,30’a düşmüştür. Buna rağmen ‘bütçede aslan payı eğitime ayrıldı’ nutukları atılmıştır. Sağlık Bakanlığı bütçeleri ise kiralama veya hizmet bedeli adı altında şehir hastanelerine kaynak aktarılan bütçelere dönüştürülmüştür.
[H3]"Bunu adı dilim dilim soygundur"[/H3]
Bir başka adaletsizlik dolaylı ve dolaysız vergilerin toplam vergiler içindeki oranında yaşanmaktadır. Adil bir vergi sisteminin az ya da çok geçerli olduğu ülkelerde toplam vergilerin yüzde 70’i kazançtan-gelirden alınan dolaysız vergilerden yüzde 30’u ise tüketimden alınan dolaylı vergilerden oluşmaktadır.
Türkiye’de bu oranlar tam tersinedir. Yani bir multi milyarderin de bir asgari ücretlinin de tüketim yaparken ödediği KDV, ÖTV, Damga Vergisi gibi dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 70 civarındadır. Buna karşın gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi gibi kazançtan alınan dolaysız vergilerin toplam vergiler içindeki payı yüzde 30’dur.
Toplanan her 100 TL verginin ortalama 20 TL’si gelir vergisidir. Ama bu 20 TL’nin 15 TL’si maaşından, ücretinden kaynakta kesilen bordro mahkumlarının yani işçilerin ve kamu emekçilerinin cebinden çıkmaktadır. Geriye kalan 5 TL ise bugün itibari ile sayısı 4 milyonu aşan yıllık gelir vergisi beyannamesi veren mükellefler tarafından ödenmektedir. Bunların arasında on binlerce şahıs şirketi de bulunmaktadır.
Gelir Vergisi Kanunu’na göre söz konusu tarifenin belirlenmesinde ekim ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi’nde (Yİ-ÜFE) meydana gelen ortalama fiyat artış oranının yani Yeniden Değerleme Oranı referans alındığı söylenmektedir. Ancak 2018 yılına kadar Bakanlar Kurulu’na daha sonrasında Cumhurbaşkanı’na gelir vergisi dilim tutarlarını Yeniden Değerleme oranlarının altında ve üstünde belirleme yetkisi verilmiştir. Tahmin edileceği üzere bu yetki hep ücretlilerin aleyhine olacak şekilde kullanılmış, gelir vergisi dilim tutarları Yeniden Değerleme oranlarının altında tutulmuştur.
Vergi uzmanı Ozan Bingöl tarafından yapılan çalışma yeniden değerleme oranlarına birebir uyulması durumunda 2001 yılında 2 bin 800 TL olan ilk vergi dilim tutarının 2022 Ocak ayı itibari ile 81 bin 689 TL olacağını göstermektedir. Oysa bugün söz konusu tutar 32 bin TL’dir. Bugün ikinci dilim tutarı bile 70 bin TL’de kalmıştır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi yaşanan hayat pahalılığı sonucunda kamu emekçilerinin maaşlarında temmuz ayında TÜİK enflasyonu artı toplu sözleşme zammı ile yüzde 40 zam yapılmak zorunda kalınmıştır. Asgari ücrete ise yaklaşık yüzde 30 zam yapılmıştır. Buna rağmen Gelir Vergisi Tarifesi dilim tutarları yerinde kalmış, yüzde 40 artışla 98 bin TL olması gereken 2. Dilim tutarı hala 70 bin TL’de tutulduğu için kamu emekçilerinin hemen hemen tamamı yüzde 27 oranlı 3. Vergi dilimine girmiştir. Bunun tek bir adı vardır. O da dilim dilim soygundur.
[H3]"Kur Korumalı Mevduat’ın bütçeye maliyeti ağustos sonu itibari ile 75,6 milyar TL olmuştur"[/H3]
Bütçelerden sermayeye aktarılan kaynaklar vergi harcaması, düşük vergi ya da hiç vergi ödememe ile sınırlı değildir. 2021 bütçesinde patronlara destek için ayrılan pay 2022 yılında yüzde 36 artırılarak 68,9 milyar TL’ye çıkarılmıştır. Üstelik bu rakama İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanan ve yıllardır sürdürülen sigorta prim destekleri dahil değildir.
Yine ‘cebimizden beş kuruş ödemeyeceğiz’ denilerek yıllardır hizmet alan almayan ayrımı dahi yapmadan toplumun ‘garantili’ kamburuna dönüşen projeler aracılığı ile yandaş müteahhitlere milyarlar akıtılmaktadır. Kamu Özel İş birliği (KÖİ) adı altında yürütülen ‘müşteri garantili’ projelere 2019 bütçesinde 9,7 Milyar TL, 2020 bütçesinde 18,9 milyar TL, 2021 bütçesinde 34,5 milyar lira ayrılmıştır. 2022 bütçesinden ayrılan tutarın 42 Milyar TL ayrılması beklenirken döviz kurundaki artış soncunda söz konusu tutar şimdiden aşılmıştır.
Yine 2022 yılı başında bütçede ödeneği bulunmayan Kur Korumalı Mevduat (KKM) için Haziran 2022’de çıkarılan ek bütçe ile 40 milyar liralık ödenek ayrılmıştır. Buna karşın Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı son bütçe verilerine göre Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) bütçeye maliyeti ağustos sonu itibari ile 75,6 milyar TL olmuştur.
[H3]"2022 yılı başında bir önceki yıla göre yüzde 30 artışla 182 milyar TL olan savunma ve güvenlik bütçesi temmuzda yapılan ek bütçe ile 220 milyar TL’yi aşmıştır"[/H3]
Türkiye’de bütçelerdeki kara deliklerden birisi de savunma ve güvenlik harcamaları adı altında silahlanmaya, çatışma ve savaşlara ayrılan kaynaklardır. Söz konusu kara delik Suriye’den, Libya’ya, Afrika’ya uzanan emperyal arayışlara, Kürt sorununda benimsenen çözümsüzlük politikalarına, iç ve dış politikada izlenen gerginlik stratejisine paralel olarak büyümeye devam etmiştir.
Türkiye, yıllardır yüksek savunma ve güvenlik harcamaları açısından dünyada ilk on ülke içinde yer almaktadır. 2017-2021 yılları arasında iki kat artan savunma ve güvenlik harcamaları 2021 yılı itibari ile 140 milyar TL’ye ulaşmıştır. Üstelik bu tutara Savunma Sanayi Destekleme Fonu, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı örtülü ve yedek ödenekler, iç ve dış güvenliğe ilişkin bazı kalemler ve kayıtlara geçmeyen ‘gizli harcamalar’ dahil değildir.
En son 2022 yılı başında bir önceki yıla göre yüzde 30 artışla 182 milyar TL olan savunma ve güvenlik bütçesi temmuzda yapılan ek bütçe ile 220 milyar TL’yi aşmıştır. Savunma ve güvenlik harcamalarının son dört yıl içinde iki kattan fazla artarak 2021 itibari ile 140 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’nde savunma ve güvenliğe ayrılan bütçe yüzde 30 artarak, 181 milyar TL olarak belirlenmiştir.
[H3]"Diyanet bütçesi bu tutarla İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere yedi bakanlığın bütçesini aşmıştır"[/H3]
Kadınlar açısından başta işgücüne, istihdama katılma eşitsizliği olmak üzere mevcut olan eşitsizlikler artmıştır. Pandemi sürecinde en fazla yoksullaşan, istihdamdan koparılan işsiz kalan, daha fazla ücretsiz ev içi emek ve bakım emeği harcamak zorunda bırakılan yine kadınlar olmuştur. Buna rağmen bütçe süreçlerinde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme yok sayılarak kadınlar işte, evde, sokakta ikinci sınıf vatandaş haline getirilmiştir. Kadın emeği güvencesiz, düşük ücretli, esnek, kuralsız istihdamın kaldıracı yapılmıştır.
AKP bütçelerinde gerçek aslan payının önemli ortaklarından birisi ise toplumu, özellikle gençleri mevcut rejime uyumlu hale getirme konusunda siyasal iktidar nezdinde gittikçe vazgeçilemez bir ideolojik aygıta dönüşen Diyanet İşleri Başkanlığı olmuştur.
2021 yılı bütçesinden 12,9 milyar TL ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 2022’de 3,2 milyarlık artışla 16,1 milyar TL olarak belirlenmiştir. Bu tutar ek bütçe ile 1,1 milyar TL artırılarak 17,2 milyara çıkarılmıştır. Diyanet bütçesi bu tutarla İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere yedi bakanlığın bütçesini aşmıştır.”