Eskilerin “yedi benzemez” betimlemesiyle kullandıkları bir deyim vardır. Birbiriyle tamamen alakasız kişilerin bir araya gelip iş yapmasını, hakçası yapamamasını anlatmak için kullanılır bu deyim… Bizim memlekette gerek sanatla uğraşanlar gerekse onların yaptıkları işler tam da bu yedi benzemez deyiminin kapsadığı sınırlar içinde yer alırlar. Çünkü ne sanatçı diye nitelendirilenler sanatçıdırlar, ne sanat olayı diye duyurulan hadiseler sanat olayıdırlar, ne de sanatçı sıfatına layık bulunanların yaptıkları sanattır… Anlayacağınız anlamlar karışmış, kişiler çorba olmuştur!
Devamlı tekrarladığım bir kronikleşmiş meselemiz vardır. Bu mesele, neyin ne olduğunun bilinmemesi, kimin nerede konumlanacağına da dolayısıyla karar verilememesidir. Bu neredeyse tüm hücrelerimize nüfuz etmiş meselemizden hareketle soruyorum: “Acaba bizde sanatın tanımı yapılmış mıdır?”..
Sanatın tanımının kanaatimce doğru dürüst yapılamaması şöyle dursun; bu tanımın yapılması da çoğu taşların yerine oturtulması için kâfi gelmez. Sanatın tanımından sonra bir de sanatı icra edenin, yani sanatçının tarifi gerekecektir. Bunlar, felsefenin estetik başlığı altında incelenen ve Platon’dan başlayarak asırlardır Kant, Schiller, Hegel, Lipps gibi filozofların üzerinde kafa yordukları ciddi mevzulardır.
Oysa dünyanın bu meseleyi o kadar ciddiye almasına sebep nedir ki? Bize baksalardı ya! Mümtaz magazin basınımız çoktan bu işin tanımını da, çözümünü de bulmuştur. Kim göz önündeyse o kişiye sanatçı demiştir… Bu sanatçı dediklerinin sosyal hayatta yaptıkları mantıklı yahut saçma tüm hareketleri de sanat olayı çerçevesi içerisinde değerlendirmiştir…
İşte bu kadar basit…
Sosyal medya platformlarında yapılan cıvık esprili, kendin söyle kendin gül formatındaki programlardan tutunuz da takipçi ve şöhret kazandıracak düzmece evliliklere ve ilişkilere kadar bu parantez içinde sanatçıların her yaptığı, sanat olayı kabul edilir Türkiye’de!
Gittikçe sanat avamlaşır ve deniz seviyesinin altına gömülür sonra da… Bu kişilere bir de tiyatro sahneleri ve televizyon dizilerinde oyunculuklar bahşedilince yapılan diğer sanat üretimleri de yetersiz hale gelir…
Neden o karanlık maziyi anarak nostalji yapıyorsunuz diye eleştirdiğiniz kişiler haklı mevkie yükselirler ister istemez! Haksızlar mı bir Altan Karındaş’ı, bir Münir Özkul’u, bir Adile Naşit’i bugünün herhangi bir oyuncusundan üstte tutmakta ve özlemle anmakta?!
Şimdi yazı bitecek… Belki de haber sitesinde araya bir reklam ilişecek.. Orada gene Türkiye’nin sanatla alakalı olmayan sanat olayları “kültür-sanat” haber başlığı altında bilgilerinize sunulacak: “Pahalılığı dudak uçuklatan bir mekânda oyuncu arkadaşına hakaret ederken yakalanan diğer bir oyuncu alkollüydüm, ne yaptığımı bilmiyorum dedi!”, “Falanca manken filinca yerde ziffininci sevgilisiyle yakalandı!”, “Göbek danslarıyla namlı şarkıcı kendisine kapanma çağrısı yapan eşinden aldığı yüzüğü sahneden fırlattı..” Bütün bunları duyan ve okuyan vatandaş tırlattı!
Devamlı tekrarladığım bir kronikleşmiş meselemiz vardır. Bu mesele, neyin ne olduğunun bilinmemesi, kimin nerede konumlanacağına da dolayısıyla karar verilememesidir. Bu neredeyse tüm hücrelerimize nüfuz etmiş meselemizden hareketle soruyorum: “Acaba bizde sanatın tanımı yapılmış mıdır?”..
Sanatın tanımının kanaatimce doğru dürüst yapılamaması şöyle dursun; bu tanımın yapılması da çoğu taşların yerine oturtulması için kâfi gelmez. Sanatın tanımından sonra bir de sanatı icra edenin, yani sanatçının tarifi gerekecektir. Bunlar, felsefenin estetik başlığı altında incelenen ve Platon’dan başlayarak asırlardır Kant, Schiller, Hegel, Lipps gibi filozofların üzerinde kafa yordukları ciddi mevzulardır.
Oysa dünyanın bu meseleyi o kadar ciddiye almasına sebep nedir ki? Bize baksalardı ya! Mümtaz magazin basınımız çoktan bu işin tanımını da, çözümünü de bulmuştur. Kim göz önündeyse o kişiye sanatçı demiştir… Bu sanatçı dediklerinin sosyal hayatta yaptıkları mantıklı yahut saçma tüm hareketleri de sanat olayı çerçevesi içerisinde değerlendirmiştir…
İşte bu kadar basit…
Sosyal medya platformlarında yapılan cıvık esprili, kendin söyle kendin gül formatındaki programlardan tutunuz da takipçi ve şöhret kazandıracak düzmece evliliklere ve ilişkilere kadar bu parantez içinde sanatçıların her yaptığı, sanat olayı kabul edilir Türkiye’de!
Gittikçe sanat avamlaşır ve deniz seviyesinin altına gömülür sonra da… Bu kişilere bir de tiyatro sahneleri ve televizyon dizilerinde oyunculuklar bahşedilince yapılan diğer sanat üretimleri de yetersiz hale gelir…
Neden o karanlık maziyi anarak nostalji yapıyorsunuz diye eleştirdiğiniz kişiler haklı mevkie yükselirler ister istemez! Haksızlar mı bir Altan Karındaş’ı, bir Münir Özkul’u, bir Adile Naşit’i bugünün herhangi bir oyuncusundan üstte tutmakta ve özlemle anmakta?!
Şimdi yazı bitecek… Belki de haber sitesinde araya bir reklam ilişecek.. Orada gene Türkiye’nin sanatla alakalı olmayan sanat olayları “kültür-sanat” haber başlığı altında bilgilerinize sunulacak: “Pahalılığı dudak uçuklatan bir mekânda oyuncu arkadaşına hakaret ederken yakalanan diğer bir oyuncu alkollüydüm, ne yaptığımı bilmiyorum dedi!”, “Falanca manken filinca yerde ziffininci sevgilisiyle yakalandı!”, “Göbek danslarıyla namlı şarkıcı kendisine kapanma çağrısı yapan eşinden aldığı yüzüğü sahneden fırlattı..” Bütün bunları duyan ve okuyan vatandaş tırlattı!